Artırılmış Gerçeklik Teknolojisinin Dünü, Bugünü ve Yarınını konuştuk…
Muhabir: Yaren Yıldırım / Görünüm Gazetesi
Çankaya Üniversitesi Sanal Gerçeklik Araştırma ve Geliştirme Merkezi’nde geliştirdiğiniz, Savaş Koşullarında Acil Tıbbi Müdahale-Bilgisayar Oyunu Temelli Sanal Simülasyon Eğitimi Projesi, Göbekli Tepe Projesi gibi projeleriniz var. Çankaya Üniversitesi çerçevesinde konuşursak sanal gerçeklikle ilgili neler yaptınız ve neler yapmak istiyorsunuz?
Doktora eğitimimi İrlanda’da tamamlayıp Türkiye’ye geldiğimde aslında oyun laboratuvarı düşünüyorduk. Daha sonrasında oyunların da gittiği yön olarak düşündüğümüz yön sanal gerçeklik oldu. Projeler de bu şekilde gelmeye başlayınca kendimizi bir anda sanal gerçeklik laboratuvarının içerisinde bulduk. Daha önceki çalışmalarımızda oyun da geliştirmeye çalıştık, bu sıralarda Unity’de olan Türk arkadaşlarla tanıştık. Onlardan destek almaya çalıştık. Daha sonra onlar bizi başka insanlarla tanıştırdılar. Oculus’de olan, bize destek olabilecek olan insanlarla tanıştık. 4 sene önce Göbekli Tepe projesini gerçekleştirdiğim ve bu projemizle ulusal yarışmada ikinci olduk. Onu gerçekleştirmek için bize DK2 lazımdı, Oculus’un Developper Kit versiyonu. Onu Türkiye’ye getirtme imkânı bulduk. Bize bağışladı bunu firma. Bunun için baya bir görüşme yapmamız, hatta video konferans yapmamız gerekti. Çok istekli olduğumuzu belirttik. Aslında bu zor bir süreç çünkü bu ürünün Türkiye’ye girmesi bile çok zordu, sıkıntılı durumlar olmuştu. Bizim amacımız bilim olduğu için biz iyi kötü kendimizi projelere kanalize ettik.
Göbekli Tepe Projesi nasıl ortaya çıktı?
Ben Türkiye’ye döner dönmez akademik hayatıma başlamadan önce hemen Urfa’yı ziyaret ettim. Çünkü yurtdışında gördüğüm ve çok karşılaştığım kritik bir soru, “Göbekli Tepe’ye gittin mi?” sorusuydu. İronik bir şekilde gitmediğimi söyleyince, kendi kendime “Ben neden Göbekli Tepe’ye gitmiyorum, Türkiye’de yaşıyorum. İrlanda’da yaşayan birçok arkadaşım ‘Göbekli Tepe’yi gördün mü’ diye soruyor. Çünkü BBC bangır bangır reklamını yapıyor” şeklinde bir durum oldu. Bu durumda gelir gelmez, işe başlamadan önce eşimi de ikna edip, arkadaşlarla çıktığımız bir gezide Urfa’ya Göbekli Tepe’yi görmek üzere yola çıktık. Aslında aradığımı buldum diyemem, çünkü birçok eserin bir kısmı Ankara’ya getirilmiş, bir kısmı yağmalanmış. Sonuç, fikir olarak Göbekli Tepe’nin fikri ve tapınağın fikriyle ilgili bilgi edindik. Biz akademisyen olduğumuz için buraya giderken literatür taraması yapıp gittik. Bu konuda Klaus Schmidt’in öğrencisi ile temas kurduk, ondan makaleler aldık. Böyle bir grupla birlikte Göbekli Tepe’yi ziyaret ettik. Önce makalelere baktık, neler yapmışlar, neler oluyor. Bu aslında benim aklımda sanal gerçeklikle ilgili nasıl yapılabilir, bunu bir şekilde sanal gerçeklik ortamına taşıyabilir miyiz diye düşünmüştüm. Bu düşünce doğrultusunda öğrenci arkadaşlar da olumlu yaklaştı, hoşlarına gitti ve biz Göbekli Tepe Projesi’ni gerçekleştirmeyi düşündük. Bunu yaparken aynı zamanda şu anda Eindhoven’da şirketi olan, özellikle tasarım alanında çalışan bir arkadaşım bize destek oldu. Bu proje tamamen interdisipliner bir projeydi. Sadece mühendislerin yaptığı değil, özellikle hikâye kısmının bu konuda uzman olan, bu konuda doktora yapmaya devam eden kişiler tarafından gerçekleştirilmesini sağladık. Bu durumda hikâye elementleri, çalakalem yapılmayıp tamamen bilimsel olarak, düşünülmüş tasarlanmış bir şey üzerine kurgulanmaya çalışıldı.
“Hikâyenin içerisindeki olguları sunma şeklimiz anlayışı ve algıyı değiştiriyor”
Bunun ne gibi bir faydasını gördünüz?
Hikâye odaklı bir şeklide Göbekli Tepe’yi tanıtmaya çalışırken fark ettik ki, buradaki hikâyenin anlatımı ve hikâyenin içerisindeki olguları sunma şeklimiz, anlayışı ve algıyı değiştiriyor. Elimizde bir de sanal gerçeklik gözlüğü var. Böyle bir cihazımız var. Bu cihazda, bu hikâye bileşenlerini birleştirdiğimiz zaman farkında olmadan çok etkili bir şey yarattık aslında. Yarattığımız şeyi, insanlarla paylaşınca fark ettik. Türkiye çapında bir vakıf üniversitesi böyle bir yarışmada, rakipleri ODTÜ, Boğaziçi, Hacettepe’yken, Hacettepe’den sonra ikinci oldu ki birçok proje seçilmiş okullardan gönderilmiş projelerdi. Sanal gerçekliğin ve Göbekli Tepe’nin harmanlanmasının, insanlar üzerinde yarattığı güç olarak nitelendirmeye çalıştık. Bizim için çok anlamlı oldu bu durum. Kurduğumuz laboratuvar bir işe yaramış oldu, bir anlam ifade etti. Çünkü Türkiye’de yapılan birçok girişim kendine güzel bir yol çizemeyebiliyor.
Savaş Koşullarında Acil Tıbbi Müdahale-Bilgisayar Oyunu Temelli Sanal Simülasyon Eğitimi Projesini nasıl şekillendirdiniz?
Bütün okullarla askeriye bu konuda çalışmak istiyordu. Özellikle askeri personelin ilk yardım eğitimi alanında eğitilmesi planlanıyordu. Bunun nasıl yapılacağıyla ilgili bizden fikir istediler, biz bir takım fikirler verdik. Sonrasında şu fark edildi: Sanal gerçeklik ortamında bir çalışma söz konusu olabilir. Bu fark edilir edilmez biz de böyle bir çalışma başlatalım dedik. Aynı anda bu çalışmanın benzerleri hem ODTÜ’de, hem Hacettepe’de, TOBB Üniversitesi’nde de düşünülmüştü. Biz projemizi tamamen VR ve HTC VIVE’a kanalize ettik. Burada amacımız mümkün olduğu kadar farklı teknolojiler kullanmak. Herkes fikri farklı şekillerde uygulamaya çalıştı. İlk yardım eğitimini çok statik bir ortamda tek düze bir konfigürasyonda yapmayalım dedik. Bunun için bir savaş ortamında tıbbi koşullar farklı olacağı için, savaş ortamında yapalım dedik. Bu konuda Hacettepe’de özellikle bu alanda çalışan hocalarla konuştuk. Üç tane temel durum seçtik uygulamak için, üç tane temel yaralanma seçtik temel ilk yardım yapılabilecek. Biz bu süreci geliştirirken düşündüğümüz, bir anda kendisini savaş ortamında bulan bir sıhhiyecinin aslında hem savaşması hem de vurulan arkadaşlarına yardım etmesi. Bir tim ile birlikte yaptığı bir hareket sırasında başına gelebilecek farklı senaryolar oluşturduk ve aynı şekilde oynanmayacak şekilde tasarlamaya çalıştık. Her seferinde timindeki farklı bir kişinin farklı bir şekilde yaralanmasını sağlayarak kurgu oluşturmaya çalıştık. Bu kurguda her seferinde farklı olarak yaralanan kişi tedavi merkezine gönderilmeden önce ilk yardım müdahalesinin savaş alanında yapılmasını sağlamaya çalıştık. Sonuçta bu da çok beğenildi, TTO’nun (Teknoloji Transfer Ofisi) birincilik ödülünü kazandı, proje olarak iyi bir yere geldi. Fakat tabii bunlar genelde öğrenci projeleri olduğu için ticarileşme kaygısıyla yapılmış ürünler değil. Sadece yapabilir miyiz, yapamaz mıyız, ne kadar iyi yapabiliriz? Kendimizi görmek için yapılmış çalışmalardı.
“Çevremize duyarsız kalamayız”
Çalışmalarınızı hangi amaca yönelik geliştiriyorsunuz? Projelerinizi bir alanda ihtiyaç doğrultusunda mı şekillendiriyorsunuz?
Göbekli Tepe’de bahsettiğim gibi yapmaya çalıştığımız temel şey, insanların ihtiyaç duydukları ya da kendi arzularımızı gerçekleştirmek. Bilim insanının yapması gereken en önemli şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Bunun yanında çevremize de duyarsız kalamayız. Duruma ve koşula göre istenilenleri tekrar kalibre etmemiz, tekrar düşünmemiz gerekiyor. Bu kalibrasyon sırasında da kendimizi geliştirmek için insanların fikirlerini uygulamaya çalışıp onlardan aldığımız fikirleri de bir şekilde kendi yapabileceklerimizi sınamak için çeşitli çalışmalar üzerinde duruyoruz. Bundan sonraki çalışmalarımızda hedefimiz hem kendi isteklerimizi gerçeklemek, hem de insanlardan gelen isteklerin ne kadar yapılabilir olduğunu anlamaya çalışmak olacak.
Türkiye’de sanal gerçeklikle ilgili yapılan çalışmalarda beğendiğiniz projeler var mı?
Bazı müze çalışmaları var. Özellikle ODTÜ Teknokent’te bizim de temas kurduğumuz, bizim de ortak iş yaptığımız firmalar var. Bunlardan bir tanesi şu anda “Kurtuluş VR” isimli bir proje üzerinde çalışıyor, Kreatin Studios, daha önceden Reo-tek ile çalışmışlardı. Şu an müzelerde görebildiğiniz birçok sanal gerçeklik ürünü onların ortaklaşa yaptıkları ürünlerdir. Müzelerde çok işe yaradığını düşünüyorum. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne gittiğinizde bir Hitit arabasına binmenin nasıl bir şey olduğuyla ilgili fikir sahibi olmak, sadece okumak değil bir yandan da yaşamak anlamına geldiği için önemli görüyorum. Özellikle bu alanda çok aktif çalışmalar var. Bunun dışında çeşitli ufak firmaların yaptıkları çalışmalar var ama genelde bunları satmakta zorlandıklarını biliyorum. Temel anlamda bahsettiğim projeler kendilerini ticarileştirip, ürün haline dönüşüp satılabilir hale gelmiş şeyler. Ama bu yavaş yavaş daha farklı şekilde gelişecek diye düşünüyorum.
“Tüm gücümüzü kullanarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz”
Türkiye ve dünya ortalamasına bakarsak (sanal gerçeklikle ilgili gelişmelerde), çalışmalarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de çalışma koşullarımız her zaman istediğimiz kadar iyi olmayabiliyor. Farklı sorumluluklarımız olabiliyor, ders yüklerimiz yurtdışındaki akademisyen arkadaşlarla kıyasladığımızda bir hayli yoğun kalıyor. Araştırma yapmak, destek almak, destek bulmak yurtdışına göre zorluklar içeriyor. Buna rağmen elimizden geldiğince tüm gücümüzü kullanarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Para olmadığı sürece, yani yatırım yapılmadığı sürece böyle bir işe, buradan çok büyük bir ürün çıkarmak ya da çok farklı grupları bir arada çalıştırmak çok da kolay görünmüyor.
Teknolojik ve donanımsal sıkıntılar yaşadınız mı? Yaşadıysanız üstesinden nasıl geldiniz?
Normalde bizim yapmaya çalıştığımız şeyleri yapmak için gerekli olan donanım gücü, normal donanım gücünün çok üstünde. Şu an laboratuvarımızdaki makinelerin hepsi 4 yıllık olduğu için, eski diyebileceğimiz teknolojide kalıyor. Her projemizde biz bunu yaşıyoruz ister istemez. Elimizdeki makineler eskimiş oluyor, yeni çıkan teknolojiler veya yeni istenilen şeyler daha zorlayıcı oluyor. Bu noktada donanımsal sıkıntı yaşadığımız oluyor. Bunun bir çözümü şu olabilir, biz projeler yazıyoruz, bu projelerden destek alıyoruz, bununla bu durumu çözmeye çalışıyoruz. Olabildiğince donanım sorunlarımızı bu şekilde çözmeye çalışıyoruz. Sadece donanım yetmiyor, aynı zamanda nitelikli iş gücünü korumamız gerekiyor. Bu da çok kolay olmuyor okul olduğumuz için. İyi öğrencileri firmalar kendilerine bir şekilde transfer etmeyi tercih edebiliyorlar. Tekrar sıfırdan başlıyoruz, bu durum her dönem bizim yaptığımız işleri sıfırdan başlatmamıza neden oluyor.
“Firmaların sayısının artması lazım”
Ankara’da sanal gerçeklik alanında bir sektör oluşmaya başladı mı yoksa üniversitelerin çatısı altında mı ilerliyor?
Aslında oluşmaya başladı diyebiliriz. Dediğim gibi tanıdığımız, bu işlerle uğraşan başarı sağlamış firmalar var. Bu firmaların sayısının tabii ki artması lazım ama hiç olmaması da söz konusu olabilirdi. Şu anda olmalarının, bunun daha da artacağının bir göstergesi olduğunu düşünüyorum.
İstanbul’da sektör nasıl işliyor?
Türkiye’de aslında bizden başka, bizim de temasta olduğumuz ve genelde bir şekilde ortaklık kurmaya çalıştığımız, Bahçeşehir Üniversitesi var; Gamelab’ları var onların da. Onlar da aslında VR ile ilgileniyorlar. Onun dışında Ankara’da şu anda sanal gerçeklikle uğraşan biz varız, aktif olarak proje yapıp başarı sağlamış benim aklıma gelen başka bir yer açıkçası Ankara’da göremedim. İstanbul’da da birkaç tane oluşum var ama şu anda oluşum aşamasındalar diyebilirim.
İstanbul ve Ankara’yı karşılaştırdığınızda hangi farklar ortaya çıkıyor?
Ankara daha çok savunma sanayi üzerine kurulu şirketlerden oluştuğu için ve genelde küçük firmalar da bunların taşeronluğunu yaptığı için, teknik olarak başka bir sektör olsaydı bunun cevabını şu şekilde verebilirdim: İstanbul her halükarda her zaman daha verimlidir, daha fazla iş sahası yaratabilir. Aksine sanal gerçeklik için gerekli olan iş sahalarının en önemlileri, büyük hastaneler, savunma sanayii sonuçta Ankara tabanlı olduğu için ve bu projelerin bir kısmı, özellikle sanal gerçeklik ve arttırılmış gerçeklik projeleri sanayi tabanlı projeler oldukları için bu noktada Ankara iyi bir merkez. Ama bunu sektördeki diğer alt birimler için söylemek söz konusu olmayabilir.
Dünyada farklı alanlarda kullanımına rastladığımız sanal gerçeklik, şu an Türkiye’de hangi alanlarda daha çok kullanılır durumda?
Şu anda tanıtım amaçlı, geziler, bir takım müze çalışmaları var. Tanıtım dışında bizim prototipini yaptığımız tıbbi müdahale ya da benzeri projeler prototip aşamasında. Sonuçta şu an aktif olarak kullanılmıyor. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi, biz bunu söylediğimiz zaman bunu Playstation gibi, yani taşınabilir bir aygıtla çalıştırılıp çalıştırılmadığı sorusu oluyor. Bunu çözemediğimiz zaman insanlara bir de Hi-Tech oyun bilgisayarından daha güçlü bir bilgisayar hediye etmemiz gerekiyor. Bu bilgisayarın bakımının yapılması gerekiyor, bu bilgisayar tek başına hayatını sürdüremez. Driverları değiştiği zaman, bizim projenin tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Buna bir çözüm şu an Oculus Go olabilir. Biz de onun üzerinde çalışıyoruz. Oculus Go’da eğer müşteri tatmini sağlanabilirse, müşteri onu görüp de “Bu benim için yeterli” derse, bu bir çözüm olacak. Sadece bizim için değil birçok sanal gerçeklik projesi için de çözüm olacak.
“En çok oyun oynayan sektörlerden birisi kesinlikle tıp”
Sizce hangi alan ve sektörlerde sanal gerçekliğin kullanımına daha çok ihtiyaç var?
Sağlık sektörü sonuç itibariyle hem arttırılmış hem de sanal gerçeklik için önemli bir merkez oluyor. İrlanda’dan Türkiye’ye döndüğüm zaman birçok uçuşta yanıma oturan doktorların sürekli oyun oynadıklarını gördüm. Ne oynadıklarını çok merak etmiştim, baktım sürekli insanlarla ilgili bir şeyler yapıyorlar. Konuşmalarımız sırasında da fark ettim ki onlar doktor ve sınavlara hazırlanıyorlar. Bu oyunları gerçekten oyun oynayan birisinin sevdası şeklinde, TUS sınavına hazırlandıkları için oynuyorlar. Sağlık sektörü bence aynı şekilde, oyun sektöründen türediğim için sanal gerçeklikle, artırılmış gerçeklikle ne yapıyorsunuz, temelde Unity kullanıyorsunuz. Bizim oyun geliştirirken kullandığımız araçları kullanarak gerçekleştiriyorsunuz projenizi. Temel yapı taşı bundan oluşuyor. Bundan dolayı sanal gerçekliğin oyun sektöründen türediğini düşünecek olursak, en çok oyun oynayan sektörlerden birisi kesinlikle tıp, tıp öğrencileri. Sonrasında savunma sanayii ile ilgili çeşitli projeler olabilir. Eğitim alanında sanal gerçeklik her zaman olacak bir şeydir. Biz zaten en son Havelsan ile yaptığımız projede, yazılım mühendisliği faaliyetlerinin arttırılmış ya da sanal gerçekliği nasıl etkileyebiliriz diye bir proje yaptık. Bununla ilgili bir makalemiz yayınlandı. Biz zaten bu konuda yapılabilecek her şeyi denemeye çalışıyoruz. Bundan sonrasında sanal müze deneyeceğiz, özellikle Anadolu korku Hikâyeleri grubu ile birlikte, belki NETlab ile birlikte de çalışabiliriz bu konuda. Bir müze oluşturulması, bu müzedeki varlıklar, yaratıklar Türklerin korku hikâyelerinden türemiş olacağı için normal bir müze değil de sanal gerçeklik kullanarak bir müze oluşturmayı planlıyoruz. Bu konuda çalışan bir grup zaten yaratıkların modellenmesiyle uğraşıyor. Öğrenci gruplarımız teknik olarak aynı şekilde bunun VR uygulamasını geliştirmeye çalışıyor. Bir taraftan en büyük eksikliğimiz belki müze bilgileri ve müzeyle ilgili konular, o konuda belki NETlab ile ortak bir şeyler yapmayı planlıyoruz.
İhtiyaç duyulan alanlarda sanal gerçekliğin kullanımını yaygınlaştırmak için Türkiye’de hangi şartlar gerekiyor?
En başta yatırım gerekiyor ve yatırımlardan hızlı bir dönüş beklenmemesi gerekiyor. Sanal gerçeklik ya da artırılmış gerçeklik projeleri daha ham, büyümesi için zamana ihtiyaç var. Önemli olan oturduğu zaman siz nerede olacaksınız? Burada kaçırmayacağınız bir pozisyonda olmanız bence gerekli. Eğer bu işler bir noktaya geldiğinde, artık insanlar bunu peynir ekmek gibi satmaya başladıklarında sizin elinizde hiçbir şey olmazsa, o zaman bu tür bir treni kaçırmış olacaksınız. Sonra buna yetişmeye çalışacaksınız, o sırada insanlar belki başka şeyler üretiyor olacak.
Ankara Fransız Kültür Merkezi Dijital Müze ve Sanal Gerçeklik Atölyesi açıyor Ankara’da, Engelsiz Filmler Festivali’nde bu yıl 3 film sanal gerçeklik teknolojisi ile izlenebilecek. Türkiye’de sanat dünyasının sanal gerçekliğe bakışı sizce nasıl?
Ben tabii mühendisim, sanat dünyasıyla ilişkim dışardan kabul edilebilir. Böyle bir yaklaşımda bulunmaları bence çok umut verici duruyor. Sanat olmadan, kültürel olarak herhangi bir şekilde sanal gerçeklikle bağlantı kurulmadan başarı sağlamak çok zor ki zaten onlar da bunu yapmaya çalışıyor anladığım kadarıyla. Bence bu tür atölyeler yapılması lazım ama bu tür atölyeler aynı zamanda biraz daha interdisipliner tutulup, sadece dışardan değil de içerden belki mühendisleri de dahil etmek lazım bu işe, onlardan da yardım istemek lazım. Türkiye’de temel sorunlardan biri, herkes bir şey yapmaya çalışıyor ama kimse birbirinin farkında değil. Genelde yurtdışında gördüğüm başarıyı sağlayan en önemli etkenlerden birisi insanların birlikte çalışıyor olması. Bizde herkes bayrağın bir ucundan tutuyor ama toplu olarak hareket etme konusunda zorluklar yaşıyoruz. Eğer bunlara dönüşmeden bu işler yapılabilirse, insanlar birbirleriyle iletişim kurarak işbirliğiyle bu işleri gerçekleştirebilirse bence harika projeler. Hepimize katkı sağlayacak işler.
Mayıs ayında “SANAL GERÇEKLİK & ARTTIRILMIŞ GERÇEKLİK & CİDDİ OYUNLAR BULUŞTAYI” Çankaya Üniversitesi’nde 3’üncü kez düzenlendi. Bu sene sanal gerçeklikle ilgili etkinlik düzenlemeyi planlıyor musunuz?
Kesinlikle devam ettirmeyi düşünüyoruz. Biz şunu gördük, 1’incisini düzenledik, 2’incisini düzenledik, 3’üncüsünü düzenledik. Umudumuzu hiç kaybetmedik, on kişi de gelse biz bu işe aynı şekilde devam etmeye çalıştık. Bu konuda bir dalgalanma var katılımla alakalı. İlk düzenlediğimizdeki ilgi, ikincide biraz düştü, üçüncüde biraz daha düştü. Biz bunu birazcık organizasyon eksikliğine bağladık. Bu konuda NETlab ile ortak bir çalışmayla, daha iyi duyurulmuş, daha sistematik bir çalışma yürütmek istiyoruz. Sadece Çankaya Üniversitesi değil de birkaç kuruluşun birlikte yaptığı bir çalışma yürütmek istiyoruz.
Teşekkürler
Künye
Konuk: Murat Yılmaz – Çankaya Üniversitesi
Yapımcı: Ergin Şafak Dikmen
Araştırma: Ergin Şafak Dikmen, Nilüfer Pınar Kılıç
Kamera: Serdar Direk
Grafik – Animasyon: Ergin Şafak Dikmen
Kurgu: Talha Çalışkan