- Dijital İçerik Üretimi ve Ötesi

Proje Amacı
“Kültür Endüstrilerinde İstihdam Edilecek Gençlerin İçerik Üretme Becerilerinin Geliştirilmesi” projesinin amacı kültür endüstrileri çatısı altında, interaktif medya alanında uzmanlaşmak ve görsel işitsel içerik üretmek isteyen 16-29 yaş arasındaki gençlerin dijital beceri düzeylerini artırmaktır.
Bu çerçevede projenin alt amaçları şu şekilde sıralanabilir:
- Kültür endüstrileri ekosistemi ve barındırdığı meslek kolları hakkında gençlerin farkındalığının artırılması.
- Kültür endüstrilerinde ihtiyaç duyulan uzmanlık becerileri hakkında gençlerin bilgilendirmesi.
- Kültür endüstrisinde faaliyet gösterecek gençlerin üretecekleri içeriğe uygun donanım, yazılım ve platformları kullanmalarının sağlanması.
- Açık kaynak kodlu, kolay ulaşılabilir ve kullanılabilir yazılımları ön plana çıkararak sınırlı ekonomik sermaye sahibi gençlerin de görsel işitsel içerik üretebilmelerinin sağlanması.
Proje Ekibi
Bilkent Üniversitesi İletişim ve Tasarım Bölümü’nden 2006 yılında mezun oldu. Lisansüstü derecesini Anhalt Üniversitesi (Almanya) Tasarım Bölümünde “Optic Illusion and it’s use for design” adlı teziyle, doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalında “Türkiye’de Televizyon Yayıncılığının Yeni Medya Yapılanması” başlıklı teziyle aldı. Tasarım çalışmaları süresince farklı reklam ajanslarında ve üniversitelere bağlı araştırma merkezlerinde Bilgisayar Destekli Grafik Animasyon (CGI) ve Görsel Efekt alanlarında çalıştı. Tasarladığı animasyon filmleri, Ankara, İstanbul ve Berlin’de olmak üzere farklı şehirlerde sergilendi. 2011 yılından itibaren Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon Anabilim dalında çalışmaya başladı. 2011 Yılından Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Film Atölyesi’nin (İLEF FA) kuruluşunda yer aldı ve atölye çatısı altında birçok proje yürüttü. 2017 yılında NETlab Yeni Medya Araştırmaları Laboratuvarını kurdu ve koordinatörlüğünü üstlendi. İleri düzeyde Fransızca ve İngilizce bilmektedir. Çalışmalarını yeni medya, uzaktan eğitim teknolojileri, Web TV, televizyon 2.0 ekosistemi, bilişim teknolojileri, sanal müzecilik, dijital oyun ve eSpor alanlarında sürdürmektedir.
Lisans eğitimini Gazi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünde tamamladıktan sonra bir kamu kurumunda beş yıl süre görev yapmıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümünde göreve başladığı 2012 yılında, sivil toplum kuruluşlarının halkla ilişkiler uygulamalarını analiz ettiği yüksek lisansını tamamlamıştır. Doktorasını Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler Anabilim Dalında tamamlamıştır.
Esra Özgür 2016 yılında Bilkent Üniversitesi İletişim ve Tasarım Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini Kadir Has Üniversitesi Yeni Medya programında “Yaşlı Kullanıcıların WhatsApp Grupları Deneyimi” başlıklı teziyle tamamladı. Ankara’da yerel bir radyoda radyo programıcısı ve sunucusu olarak çalıştı. Serbest olarak illüstrasyon, animasyon, tasarım ve video projelerinde yer aldı. 2020 yılı itibarıyla Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Ana Bilim Dalı’nda araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. Marmara Üniversitesi İletişim Bilimleri programında doktora öğrencisidir. İyi derecede İngilizce ve Fransızca bilmektedir. Başlıca ilgi alanları yeni medya, dijital hikaye anlatımı ve alternatif sosyal medya kültürleridir.
Hümeyra Hüsmen İstanbul Şehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Lisans Eğitimini 2017 yılında Mosk isimli deneysel kısa film projesiyle tamamladı. 2020 yılında Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema ve Televizyon Ana Bilim Dalından “2000 sonrası Türkiye sanat sinemasında erkek çocuk karakterler” isimli tez çalışma ile mezun oldu. 2019 yılında Gaziantep Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde Araştırma Görevlisi olarak göreve başladı. 2021 yılından itibaren doktorasına devam ettiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde görevini devam ettirmektedir. Türkiye Sineması, dijital sinema ve sanal gerçeklik anlatıları ile ilgilenmektedir.
Proje Bilgileri
Proje Numarası: 2112417
Başlama Tarihi: 2022
Bitiş Tarihi: 2023
Destekleyen Kurum: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü
Uzmanlar ne Diyor?
- Sosyal Medyadan Profesyonel İçerik Üreticiliğine
- Analogdan Dijitale Fotoğrafçılık
- Metaverse ve Gazetecilik
- NFT ve Kullanım Alanları
- Kripto Varlıklar ve NFT
- Robot Gazetecilik
- Sinema ve Dijitalleşme
- Sinema ve İnteraktif Deneyim
- Gelenekselden Dijitale Radyoculuk
- Dijital Medya ve Çocuk
- Toplum 5.0
- Youtube İçerik Üretimi
Profesyonel İçerik Üreticiliği
Savunma Sanayii Araştırmacısı ve SavunmaSanayiST Genel Yayın Yönetmeni Anıl Şahin ile sosyal medyada amatör olarak başlayan ve sonrasında kurmuş olduğu haber platformuyla profesyonel olarak devam eden içerik üreticiliği serüvenini konuştuk.
- 03:02 Ekibin kuruluşu
- 04:00 Profesyonelliğe geçiş süreci
- 07:48 İçerik üretimine dair
- 11:27 İngilizce web sitesi ve uluslararası etkileşimler
- 13:21 Farklı platformlar için içerik üretim stratejileri
- 15:36 SavunmaSanayiST’nin geleceği
- 18:36 İçerik hazırlarken ve paylaşırken kullanılan donanımlar/yazılımlar
- 19:57 İçerik üreticisi olarak karşılaştıkları sorunlar
- 25:21 Dijital sektörlerde çalışmak isteyen gençlere tavsiyeler
Deşifre için
Sosyal Medyadan Profesyonel İçerik Üreticiliğine – Anıl Şahin
Anıl Şahin kimdir?
Ben Anıl Şahin. 22 yaşındayım. Genelde kendimi savunma sanayi araştırmacısı olarak tanımlıyorum, uzman olarak tanımlamıyorum. Çünkü uzmanlık sadece Türkiye’de savunma sanayi başkanı personellerine verilen bir unvan. SavunmaSanayiSt.com adlı savunma haber platformunun genel yayın yönetmeniyim. Henüz bir mezuniyetim yok. Daha doğrusu hala deneme aşamasındayım. Şu ana kadar dört farklı üniversitede eğitim gördüm. İşte Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde yazılım bölümünde okudum. Gazi Üniversitesi’nde İktisadi ve İdari Bilimlerde okudum. Şu anda İstanbul Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okuyorum. Savunma Sanayii ile ilgilendiğiniz için ve profesyonel olarak ilgilendiğiniz için hem de genç yaştan itibaren ilgilenmeye başladığınız için maalesef üniversite eğitimim böyle çalkantılı gitti biraz diyebilirim. Çünkü örgün eğitime gerçekten vakit ayıramıyorsunuz. Yani sizin sınav gününüzde bir tatbikat olabiliyor, bir fuar olabiliyor, bir basın toplantısı olabiliyor ve siz oraya gitmek zorunda kalıyorsunuz. Bu sebepten ötürü eğitim hayatım biraz çalkantılı gitti ve hala da öyle gidiyor diyebilirim.
Savunma sanayisine olan ilginiz nasıl başladı?
Bu işin başlangıcı aslında çok komik oluyor. Her Türk genci lisede karne günü internet kafeye gider sınıf arkadaşlarıyla birlikte ve bir tane oyun oynar, o da Counter Strike olur genelde çoğu kişi bilir işte. Silahlı bir oyun. Lise üçteyken yine bir gün internet kafesine gittik ve benim okulda şey silah sistemlerinin çok ilgili olduğum bütün arkadaşlarım bilirdi. Hatta sınıfta değil hani bütün okul bilirdi ve bir tartışma konusu olduğu zaman da silahlarla ilgili gelip bana sorarlardı genellikle. Bir gün işte internet kafeye gittik. Yine Counter Strike’daki bir silah hakkında arkadaşlarımız işte tartışma kuruyorlar. Tartışmaya dahil oldum. Sonra bir tanesi şey önerdi ya sen dedi neden işte bir tane Facebook sayfası kurmuyorsun, oyun üzerine vesaire bir teklifte bulundu. Benim de aklıma yattı aslında. Ondan sonra bir Facebook sayfası kurdum ama oyun üzerine değil. O zaman daha yeni yeni tanıştığım savunma sanayi kavramı üzerine bir Facebook sayfası kurdum. Bunun da temel sebebi şuydu. Ben çocukluğumdan beri çok ciddi miktarda savunma sanayi sayfasını takip ediyordum. İşte tanklara, savaş uçaklarına, helikopterlere, gemilere, savaş gemilerine büyük ilgim vardı ama artık oradaki bilgiler yetmiyordu ve çok hatalı bilgi vardı. Hatalı bilgiyi de siz düzeltemiyorsunuz çünkü onu paylaşan oranın admini farklı birisi ona ulaşmanız milyonlarca kişilik bir sayfa olduğunu düşündüğümüz zaman imkânsız o yüzden ben dedim ki bari kendi sayfamı kurayım. Kendi bildiğim doğrularla da paylaşım yapayım dedim ve bu temel üzerine aslında 14 yaşında Facebook sayfasını kurduk. Türk Savunma Sanayi ve Silah Teknolojileri idi. Hatta iki gün önceye kadar da aynı isimdeydi. Değiştiremiyorduk ismini Facebook’ta, değiştirdik. Türk savunması, sanayi ve silah teklifleri sayfası bugün SavunmaSanayisiSt.com’a evrilen yolun başlangıcı oldu.
Ekibiniz nasıl oluştu ve nasıl genişledi?
Aslında ilk etapta işte okulda yine işte havacılığa ilgili olan bir arkadaşım ekibe dahil oldu ama çok uzun kalmadı. Ondan sonra biz aslında Facebook’ta yola çıkmıştık. Bunun Twitter sayfası işte LinkedIn sayfası açıldı. İkinci olarak Twitter açıldı aslında. Şimdi Facebook’ta biz aslında çok ciddi bir kitleye ulaştık çok kısa bir süre içerisinde. 200.000’e vardı ve o esnada da epey işte orada da arkadaş edinmiş oldum kendi yaş grubumda çünkü evet yaşım genç ama savunma sanayi sektörüne ilgi duyan bir genç ben değilim. Türkiye’de çok ciddi miktarda genç arkadaşlar bugün de o zaman benim içinde olan arkadaşlar şu anda ilgi duyuyorlar ve onlar sayfaya dahil oldular. İşte mesajlaşmaya başladık. Aramızın iyi olduğu arkadaşları ekibin daha doğrusu sayfanın admin kadrosuna dahil ettik. Böyle böyle büyüdü ekip. Aslında bir ekip kıvamına geldik diyeyim, büyüdü demeyeyim de çünkü başlangıçta bir ekip yoktu.
Bize profesyonelliğe geçiş sürecinizden bahseder misiniz?
Şimdi Facebook sayfası üç dört sene böyle devam etti. Ama benim hep hayalim bir web sitesi kurmak ve orada işte habercilik yapmak ve bir forum sayfası açmaktı. Çünkü aynı bir sıkıntı orada da var. Türkiye’de savunma sanayi alanında forumlar çok ünlüydü o zaman ama hiçbirisinin beğendiğim bir gidişatı yönetimi yoktu. Kendi forumumu oluşturmak istedim. Bu sebepten ötürü de bir web sitesi kurmak gerekiyordu ama web sitesi de kurulması çok basit bir şey değil çünkü yazılım bilginizin olması gerekiyor. Orada lisedeki beden öğretmenimin oğlu yazılımcıydı. Profesyonel olarak bunu yapıyordu. İlk web sitemi o kurdu, Murat abi. Oradan sonra biraz daha profesyonelleşmeye geçti. Çünkü iş sosyal medya hesaplarınıza YouTube hariç reklam almanız çok kolay olmuyor. Ama web siteniz olduğu zaman savunma sanayi sektörü için konuşuyorum ve o web sitesi çok ciddi şekilde tıklanma yani görüntülenme almaya başladığı zaman sivriliyorsunuz. Çünkü benim girişim çok amatör ama bu sektör çok ciddi bir sektör çünkü sonuç olarak savunma ve havacılık dediğimiz sektör yani savaşların gidişatını değiştiren sektör bu sektör. Oradan sonra web sitesinde habercilik yapmaya başladık. Bu esnada diğer sosyal medya hesaplarını da aktif hale getirdik hani koyduğumuz haberler de oldukça geniş kitlelere ulaştı ve aslında tamamen açık kaynak haberciliği yapıyorduk yani herkesin ulaşabileceği bilgiler de bunlar ama biz biraz daha üzerine yoğunlaşıp bütünsel bir içerik haline getirdiğimiz için web sitesi de ilgi çekmeye başladı 2018 yılında. O yıl da ben aynı zamanda üniversite tercihlerimi yapacaktım aslında fena bir puan almamıştım. Ankara hariç her yerde istediğim bölümü okuyabilecek bir puanım vardı ama ben Ankara olması için çok da istemediğim bir bölüme geçiş yaptım. Ankara’nın olmasının sebebi şu, Türkiye’de savunma ve havacılık sektörü tamamen Ankara merkezli. Farklı birkaç lokasyonda da evet şirketlerimiz var ama yüzde sekseni Ankara’da. Aslında iyi de yaptım diyebilirim yani eğitim hayatım açısından kötü bir tercih olsa da iş hayatı açısından güzel bir tercih oldu. Firmalardan oldukça fazla kişiyle tanıştım. Savunma Sanayi Başkanlığı ki Savunma Sanayi Başkanlığı’ndaki kişiler aslında benim daha çok dönüm noktam oldu diyebilirim. Çünkü bu Savunma Sanayi firmalarının hepsinin benim muhatap olduğum yerler kurumsal iletişim birimleri ve hepsinin beyni Savunma Sanayi Başkanlığı, Savunma Sanayi Başkanlığı’nın Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği. Ben 2018 yılında o birimle tanıştım ve bu sayede daha kontrollü içerikler üretmeye başladık. Daha açık kaynağın da daha açık kaynaklı bilgiler üretmeye başladık. Paylaşılmaması gereken şeyleri paylaşmamaya başladık veya bir aslında işte emniyet kemerimiz oldu. Bir şey paylaşmadan önce danışabildik. Ardından firmalarla geliştirdiğim içi ilişkiler haberlere katkı sağladı. Sonra bir gün biz size banner vermek istiyoruz diye bir mesaj geldi bize. 2018 yılında, 18 yaşında ve Banner ’in ne olduğunu bilmiyorum. Çünkü bu sektöre hani alaylı dediğimiz yoldan yapmış olduğum için bilmiyorum tamam ya tabii yaparız diye bir cevap verdikten sonra banner ’in ne olduğunu araştırdım ve web sitesine konulan reklamlara banner dendiğini öğrendim. Banner tasarımı geldi web sitesine ekledik ama fatura kesmemiz gerekiyor ve fatura kesmek için de bir şirketinizin olması lazım veya işte bir şahıs firmanızın olması lazım. Ben o zaman okuyorum KYK’nın yurdunda kalıyorum. Devletten burs alıyorum ve kurmaya kalktığınız zaman hem kurmak zor onun bir mali gideri var hem de kurduğunuz zaman bursunuz kesiliyor veya işte yurttaki haklarınızdan elinizden gidebiliyor. Kurdum bursum kesildi, okulu da aslında bırakmak zorunda kaldım zaten çok istediğim bölüm değildi yeniden sınava girerim diye düşündüm. Profesyonelliğe aslında bir nebze olsun çok kurumsal olmasa da bu şekilde geçiş yapmış oldum.
İçerik üretimine dair eğitim aldınız mı?
İçerik üretimi alanında bir eğitimim yok ama şöyle de bir durum var, 9 yaşından itibaren Facebook kullanan birisiyim yani aslında sosyal medyanın içine doğmuş bir neslin üyesiyim. Amatörce olsa da çok da aşırı amatörlüğü göstermeden bugüne kadar getirebildiğimi düşünüyorum. Ama şu an da biraz daha tabii olgunlaştıktan sonra yerli yabancı çeşitli medya organlarında çeşitli eğitimler aldım.
Ne tür içerikler üretiyorsunuz?
Makale ve haber içeriklerini sürekli üretiyorduk ama video çok daha emek isteyen bir alan biz aslında şu ana kadar çok video üretmiyorduk şu an da denemeler yapıyoruz veya yaptığımız röportajları, söyleşileri video olanlarını Youtube hesabımıza koyuyoruz ama biraz da yoğunlaştırmayı şu sıralar çalışıyoruz. Çünkü video çekimi prodüksiyon gerektirdiği için maliyeti de olan bir alan bugün şu an Türkiye şartlarında bir video içeriği yapmak için işte iki kameraman bir ışıkçı bir tane hadi sesçiniz, kameramanınız olsun dediğiniz zaman ortaya en az işte 5-6 bin TL’lik bir gider geliyor. O zamanki Anıl için bunlar çok ciddi rakamlar olduğu için çok girişmedim şu sıralar daha çok üzerine düşüyoruz.
Video için ekibiniz var mı? Videoları nasıl hazırlıyorsunuz?
Video ekibimiz yok, video ekipmanlarımız var ekipten arkadaşlarımızla bazı çekimleri yapabiliyoruz kendimiz ama profesyonel bir çekim gerektiriyorsa genelde dışarıdan hizmet alıyoruz veya çekim yapacağımız firma prodüksiyon ekibi getriyor.
Mevcut ekibinizden bahseder misiniz?
Ekipteki arkadaşlarım da benim gibi öğrenciydi. Zaman zaman profesyonel işte hizmet aldığımız arkadaşlarımız da oldu ama şu anda 7 kişilik bir ekibimiz var hepsi öğrenci. İşte İTÜ’de uçak mühendisi olan arkadaşımız var. Bu sene üniversite tercihini yapan daha küçük arkadaşlarımız var. Elektrik elektronik mühendisliği okuyan arkadaşlarımız var. Yine öğrencilerden oluşan bir ekibimiz var. Ancak yavaş yavaş profesyonelliği daha da profesyonel hale gelmeye başladığımız için öğrenciler dışında tam zamanlı çalışan veya freelance çalışan işi bu olan kişilerle çalışmaya başladık.
İçerik yönetiminde nelere dikkat ediyorsunuz?
Yazının hepsini normalde web sitesinde ben yüklüyorum çünkü içerisinde sakıncalı bir şey olmaması gerekiyor sakın ya da bir şey olduğu zaman da bunun hukuki tarafı benim bu sebepten ötürü ben okurken aynı zamanda içerikleri de düzeltiyorum çok fazla yabancı savunma teriminin askeri terimin geçtiği yazılar oluyor. Halkın veya okuyucu kitlemizin biraz daha rahat anlaması için sadeleştirme yapabiliyorum ama artık Türkiye’de de savunma sanayiine olan ilgi o kadar büyük ki belli başlı terimler zaten bu işi takip eden kitle tarafından kolaylıkla anlaşılıyor yani IIR Arayıcı Başlık diyoruz mesela ilgisi olmayanın bilmeyeceği bir şey görüntüleyici kızılötesi arayıcı başlık demek bu terimi geçtim ne olduğunu bile artık çoğu kişi biliyor. Bu da bizim avantajımız olan bir konu aslında.
Sosyal medya etkileşimleriniz içerikleri nasıl etkiliyor?
Şu anda aslında Twitter, LinkedIn ve Web sitemiz en fazla etkileşim aldığınız 3 kanal. Tabii ki yani okuyucuların geri dönüşlerini bakıp eleştirilerini okuyup ona göre tavır aldığımız çok zaman oldu. İçerikleri değiştirdiğimiz zamanlar oldu ama genel itibariyle zaten hani bir dengeyi tutturduktan sonra okuyucuyu kitlesi de onu benimsedikten bir problem olmadan içerikleri götürebiliyoruz. Şu an da erişim bazında konuşmak gerekirse bütün dünyanın bildiği savunma alanında bir yayın organı vardı Defense News, ABD merkezli şu an da SavunmaSanayiST.com Twitter’da işte Defense News’den daha fazla takipçiye sahip. Gelişim alanında da dünyada ondan sonra ikinci sırada geliyor ve web sitesi anlamında konuşuyorum. Aylık nerdeyse bu ay mesela bu ay 3 milyon vardı tıklanma sayımız ve sadece savunma sanayi gibi lokal bir alanda çok da önemli bir gelişme olmadığı bir ayda bizim için 3 milyon iyi bir rakam 7 milyona vardığımız zamanlar da oldu. Fuar zamanları hatta Hosting şirketimizi arayıp ya server geçin ya da Hosting artık kaldırmıyor tarzında sert bir uyarılarda bulunduğu zamanımız da oldu yani.
İngilizce siteniz ve uluslararası etkileşiminiz hakkında bilgi verir misiniz?
SavunmaSanayiSt’nin tam kurumsallaşması aslında geçtiğimiz yılda oldu çünkü bugüne kadar bir şahıs firması yürütüyordu bu yılın başı itibari ile artık biz bir normal Limited şirketi olduk. Bu olunca artık imkanlarımız çok daha fazla arttı. Biz SavunmaSanayiSt olarak evet şu an da sadece Türk şirketlerine hitap ediyoruz ama Türk şirketleri yurt dışına hitap edebiliyor. İhracat bizim için çok önemli bu sektör için. Geçtiğimiz yıl 3,2 milyar dolar değerinde bir ihracat gerçekleştirildi. Böyle olunca çalıştığımız firmaların bazı ürünlerini İngilizce dilinde de hani paylaşmamız gerekiyordu. Bu yüzden Turkish Defense News adlı bir ikinci web sitesini kurduk. Sadece İngilizce dilinde yayın yaptığımız bir de Twitter hesabını açtık orada da özellikle ihracat pazarına hitap eden Türk Savunma Sanayi şirketleri var. Roketsan gibi mesela çok ciddi bu sene ihracatını arttırmış bir şirketimiz işte bu SİHAları mesela mühimmatlarını yapan şirketimiz. Özellikle onun ve birkaç şirketin içeriğinde o kanal aracılığıyla İngilizce olarak paylaşıyoruz ama şöyle de bir şey var biz bunu yaptıktan sonra istatistiklere baktığımız zaman bizim aslında Türk web sitemizi yani SavunmaSanayiSt.com’u daha fazla yabancı insanın ziyaret ettiğini gördük yani Türkçe web sitesi hani %25 yurt dışından gelen trafik içerisinde bizim işte yurt dışındaki Türkleri çıkarttığımız zaman aslında önemli yani yıllık bazda baktığımız zaman oradan işte en az 10 milyon biz trafik alıyoruz. Bu da aslında hani yurt dışından Türk savunma sanayiine yönelik ilgi ve bizim onlar için de bir kaynak olduğumuz gerçeğini yansıtıyor. Bu alanda yurt dışında hitap ediyoruz diyebilirim. Demek ki bu teknolojinin getirdiği işte translate’in web sitelerini çevirebilmesi özellikleri sayesinde insanlar çok da zorlanmadan içerikleri istedikleri dilde okuyabiliyorlarmış onu öğrenmiş olduk ama yine de İngilizce içerikleri sürdürüyoruz.
Farklı paylaşım mecralarındaki içerik üretim stratejilerinizi nasıl belirliyorsunuz?
Benim şahsen aslında en çok sevdiğim platform Twitter. Çünkü Twitter’da bizim işimiz habercilik sonuç olarak Twitter’da bu işi anlık olarak yapabiliyoruz. Bir şey ilk paylaştığınız zaman çok geniş kitlelere ulaşabiliyor yani ben çok takip ediyorum istatistikleri web sitesinin istatistiklerini sürekli bakıyorum tweetlerin istatistiklerini ve paylaştığım bir tweetin, paylaştığımız bir tweetin 1 milyon görüntülenme aldığını görüyorum. Mesela dün de yaşandı bu olay 1 milyon yani Türkiye nüfusunun 80 milyon olduğunu düşündüğümüz zaman savunma sanayi ile ilgili kısmı çok çok çok çok çok çok daha az olduğunu düşündüğüm zaman sosyal medyayı da kullanan kişi serisin hani 80 milyon olmadığını düşündüğüm zaman 1 milyon çok ciddi bir rakam ve açıkçası seviniyorum yani işte web sitesi tamam 3 milyon etkileşim oluyor ama sosyal medya ile birlikte aylık erişim sizi 100 milyonun üzerine çıkartıyor. Twitter’dan mesela biz temmuz ayı içerisinde şu ana kadar 70 milyon bir erişim aldık. 70 milyon çok ciddi bir sayı tabii ki hani tek kişi değilim bir kişi birden fazla giriyor onların da şeyi var ama 30-40 milyon kişiye erişmek bizim için çok ciddi bir imkân diyebilirim bu yani sadece firmaları mutlu etmiyor. Çünkü şimdi size de firmalar bir ücret veriyor o bütçe kapsamında benim tanıtımı yap diyor ve ayın sonunda diyor ki tamam ne yaptın hani ben sana bir bütçe verdim bütçe karşısında ne yaptın diyor size gösteriyorsunuz raporları onlar seviniyor sizle çalışmaya devam ediyor ama siz de o istatistik yukarı doğru gittikçe seviniyor ve işinize olan hani heyecanı tazeliyorsunuz. O yüzden Twitter çok önemli Instagram ve Facebook platformları savunma sektöründe çok tercih edilmiyor. İkinci en önemli mecrası LinkedIn. Çünkü savunma sanayi firmalarında şöyle bir şey vardır sürekli bir İK yarışı vardır. Firmalar kalifiye elemanı sürekli kendi bünyelerini almak isterler yurt içinde o tarz bir yarış olur. Şu anda Türk savunma sanayiinin yetiştirdiği beyin gücünü yurt dışı firmaları da çok merak ediyor ve çekmek istiyor bu sebepten ötürü LinkedIn platformu bir iş platformu olması sebebiyle şu ana kadarki bence en önemli zamanlarından geçiyor diyebilirim. Bütün İK personelleri sürekli LinkedIn başında mesai yapıyorlar onu görüyorum ve duyuyorum da.
SavunmaSanayiST’nin geleceğini nasıl hayal ediyorsunuz?
Her kâr amacı güden bir kuruluşun bir yurt dışı hedefi vardır ama bizim sektörümüzde yurt dışı biraz sıkıntısı olabiliyor. Çünkü yurt içinde çok fazla firmayla çalışıyoruz ve paylaştığımızdan çok paylaşmadığımız, paylaşmayı tercih etmediğimiz hassas bilgiler var bu sebepten ötürü yurt dışı firmalarla çok yakınlaşmak gelir açısından çok iyi olabiliyor. Çünkü bin dolar bir bütçe verdiğini düşünün. Buradaki Türk firmaları ile boy ölçüşemiyor. Orada riskli bir karar vermek zorundasınız ya Türk firmalarla çalışmaya devam edeceksiniz ya yurt dışı firmalarına açılacaksınız ya da Türk firmalarla devam edip yurt dışı firmaların Türkiye’ye karşı reklamlarını alacaksınız onlara bilgi vermeden. Biz daha çok bu olay üzerine yoğunlaşmış durumdayız. Evet Türk firmalarımızı Türkiye’ de tanıtıyoruz. Türk firmalarını yurt dışında tanıtıyoruz. Yurt dışındaki firmaların da Türkiye’deki iletişim partneri olmaya başladık bu yıl itibariyle ama burada dediğim gibi herhangi bir bilgi vermiyoruz hazır gelen içerikleri yayınlıyoruz. Şu anda sosyal medya aracılığıyla aslında yayın yapan bir haber kuruluşu gibiyiz ama bunu bizim bir PR ajansına dönüştürme hedefim de benim var. Çünkü savunma sanayiinde firmaların hepsi bir basın bültenine ihtiyaç duyuyor ve bunların hepsini de genellikle PR ajanslarına yazdırıyorlar. Şimdi savunma sanayiinin dili çok farklı olduğu için PR ajansları biraz argo tabir ile basın bültenlerinde saçmalıyorlar. Onlar saçmalayınca basın da girdiği için Türk basını da saçmalamış oluyor. Bu iletişim kazalarının önüne geçmek için aslında teknik bilgiyi de hani vakıf olduğumuz için bir PR Ajansı kurma hedefim var şu anda da aslında hani bununla ilgili ilk işi almak üzereyiz diyebilirim.
Şirket sahibi biri olarak gününüz nasıl geçiyor?
Şimdi bizim bir daha doğrusu benim bir sahada olduğum bir gün var yani Ankara’dayken veya İstanbul’dayken firmalara veya kurumlara gittiğim gün var. Bir de işimin başında olduğum ofiste veya evde olduğum gün var. Evde veya ofiste olduğum günde 8 saat, 24 saatin 8 saati uykuda geçiyor geriye kalan 16 saat bilgisayarda geçiyor. Vücut kitle indeksime de o biraz etki gösteriyor, bu sebepten ötürü ne kadar diyet yaparsak yapalım. Sürekli haber takibi yapıyorum yani yerli ve yabancı olmak üzere, çünkü yurt dışında olan bazı gelişmelerde özellikle şu anda Türkiye’yi yakından etkiliyor silah alımları olsun işte şu an devam eden işte Ukrayna’da bir savaş var o olsun onların da haberlerine yer vermek zorundayız bu sebepten ötürü sürekli haber takibi yapıyoruz veya işte ekip arkadaşlarını koordine ediyoruz onlarla tartışıyoruz bazı haberleri girip girmeme konusunda gireceksek nasıl gireceğiz onu tartışıyoruz sahada olduğum günler ise genelde firma ziyaretlerinde firma toplantılarında, söyleşilerde, röportajlarda veya kurum ziyaretlerinde gidiyor günün önemli bir saati.
Pandemi ile birlikte ofiste mi yoksa uzaktan mı çalışıyorsunuz?
Genelde herkes uzaktan çalışıyor. Ben aslında Alanya’da yaşıyorum pandemiden sonra özellikle tamamen Alanya’ya taşındım. Hatta bu sıralar tekrar Ankara’ya geleceğim. O yüzden şu anda herkes uzaktan çalışıyor ama pandeminin de çok bir etkisi kalmadığı için artık tekrar ofis kültürüne dönebileceğimizi düşünüyorum yine esnek çalışarak.
İçerik hazırlarken ve paylaşırken donanımlar/yazılımlar kullanıyorsunuz?
Herkesin aslında kendi işte bilgisayarı var. Ancak bir de ekibin yani daha doğrusu SavunmaSanayiST’nin ekipmanları var. Fotoğraf makinelerimiz olsun, mikrofonlarımız olsun, kablolu kablosuz mikrofonlar vesaire vesaire birçok ekipman var. Kullandığımız önemli programlar var şimdi fuarlara gidiyoruz, tatbikatlara gidiyoruz ve bir fotoğraf çekiyoruz o fotoğrafı paylaştığımız an olduğu gibi paylaşırsak 5 dakika sonra bütün Twitter alemindeki savunma sanayi hesapları o fotoğrafı paylaşıyor ve hiçbiri de kaynak olarak bizi göstermiyor. Bu sebepten ötürü logo basıyoruz çoğunlukla filigran koyuyoruz, burada Photoshop programını kullanıyoruz. Bazen fotoğrafın belli bir kısmının gözükmesi lazım belli bir kısmının gözükmemesi lazım. Örneğin bir füze platformunun fotoğrafını çektik üretim bandında çektik veya füzede kullanılan bir ekipmanın, üzerinde kaçıncı ekipman olduğu yazıyor. Örneğin Atmaca füzesinin 33. Turbo jet Füze Motoru. O sayıyı oradan kaldırmamız lazım çünkü biz onu paylaştığımız o an o bütün dünya için artık bir açık kaynak istihbarat olacak. Bu gibi durumlarda Photoshop’u kullanıyoruz. Eskiden crackli kullanıyorduk. Artık hizmet alarak orijinalini kullanıyoruz. Video için de genelde daha önce Filmora kullandık ancak çok verim alamadığımız için yine Adobe Premier Pro kullanıyoruz. Onu da ilk etapta crackli kullandık şu anda orijinalini kullanıyoruz.
İçerik üreticisi olarak ne gibi sıkıntılar çekiyorsunuz?
Telif konusunda çok ciddi sıkıntılar çekiyoruz. Çünkü savunma sanayi alanında gerçekten hani çok egoistlik olmasın ama haber anlamında iddialıyız ve çoğu şeyi de ilk biz girmeye çalışıyoruz ve aldığımız geri dönüşlerde bu yönde yani savunma sanayi açıklanabilir veya açıklanması tercih edilen çoğu gelişmeyi ilk kez insanlar çoğunlukla SavunmaSanayiST’de görüyor ana akım medya veya bizim gibi savunma sanayi hesapları da bu bilgileri alıyorlar kendi içeriklerini kullanıyorlar ama hem Türkiye’de hem de uluslararası mecrada çok kaynak gösterme adabı yok. Bizim sektörde bu daha da sıkıntılı bir şey yani sizin işte web sitenizden bir bilgiyi alıp başka bir şekilde insanlara sunup kaynak göstermemeyi insanlar daha zor olmasına rağmen daha çok tercih ediyorlar. Bu konuda ciddi bir sıkıntı çekiyorum hatta yani özellikle geçtiğimiz yıl ben şeyi çok iyi hatırlıyorum, bütün haber kuruluşlarının işte bizim haberimizi alan ve kaynak göstermeyen Ankara temsilcilerini arayıp veya işte üst düzey editörlerini arayıp ya haber almışsınız bizden kaynak göstermemişsiniz gösterir misiniz vesaire tarzında çok konuşma yaptığımızı biliyorum. Aslında bu faydalı da oldu yani artık minimize ettik epey haberlerimizi alan haber dipnotta hemen SavunmaSanayiST.com ibaresini görüyorum bundan da mutlu oluyorum aslında işte olması gereken de bunlar ama maalesef çok yapılmıyor bizim ülkemizde.
Bu işi yaparken en zorlandığınız ve en keyif aldığınız şeyler nelerdir?
Bu alanda çalıştığımız çok firma var ama sosyal medyadan anlayan bir kesim var savunma sanayi firmaları arasında bir de anlamayan bir kesim var. Anlayan kesinlikle çok rahat bir şekilde çalışabiliyorsunuz çok geniş kitlelere ulaşabiliyorsunuz. Genel müdür düzeyinde bize tebrik mesajları gelebiliyor ve şöyle bir şey oluyor şimdi bu firmaların hepsi ihracat yapmak istiyor. Düşünün Bangladeş’teki veya başka bir ülkedeki üst düzey askeri personel sizin haberinizi ilgili savunma sanayi firmasına atıyor ve şunu diyor bakın biz burada böyle bir haber gördük ve bu sistemle ilgileniyoruz bununla ilgili görüşme planlayabilir miyiz diyor ve bu şekilde hani bizim attığımız haberle görüşmeye başlayıp ve sonunda milyonlarca dolarlık ihracata dönüşmüş vakalar var diyeyim ve bu da direkt hani firmadan kendi aldığım dönüşler oldu. İletişim daha doğrusu sosyal medya konusunu bilmeyen firmalarda da biz ne kadar çok konuşursak konuşalım ya içerik serbestliğini yakalayamıyoruz yani aman bunu girmeyelim aman şunu girmeyelim olay oluyor aslında açık kaynak çoğu bilindiği için ortaya bir şey çıkartamayabiliyoruz veya çok güzel şeyler çıkartabiliyoruz ama bu işi değersiz gördükleri için teklif ettiği bütçeler komik geliyor ve biz çalışmayı tercih etmiyoruz. Savunma sanayiinin teorik kısmı var haber yazdığınız kısmı ama bir de renkli bir tarafları var o da bu haberlerin olduğu alanlar. İlk katıldığım fuar bir Airshow idi. Ne kadar büyük bir sektör olduğunu aslında ilk oradan anladım ki nispeten küçük bir etkinlik olmasına rağmen bir tarafta Türk Silahlı kuvvetlerine ait hava araçları uçuş yapıyor diğer tarafta Türk savunma sanayi firmasından bir tanesi gidip orada füze platformunu sergiliyor ve sizin 3-4 yıldır üzerine haber yaptığınız platformu siz ilk kez orada canlı olarak kanlı olarak görüyorsunuz o beni büyülemişti aslında. Ama ondan sonra bunun sadece bir başlangıç olduğunu gördüm. IDEF gibi Saha Expo gibi çok ciddi fuarlara katıldım. IDEF bu alanda zaten İstanbul’da gerçekleşen bir fuar ve bölgenin en büyük savunma sanayi fuarlarından bir tanesi. Sizin tekrar söyleyeyim 4-5 yıldır üzerine konuştuğunuz bütün kelimelerin odağı olan firmalar karşınızda kanlı ve canlı olarak duruyordu ve ilk fuarda sadece dondum kaldım diyebilirim yani sadece etrafı gözlemleyebildim. Hiç kimseyle tanışamadım ama ondan sonraki fuarlarda network denilen o iletişim ağını oldukça genişlettim. Fuarlar tabii halka açık olan kısımlar bir de bu işin istihbari değeri olan kısımları var yani öyle bir sektör ki işte Milli İstihbarat Teşkilatının istihbarata karşı koyma eğitimi verdiği bir sektör çalışanlarına savunma sanayi sektörü. Siz bir kamu çalışanı değilsiniz, basın mensubusunuz, bu firmaların üretim hatlarına girebiliyorsunuz genel müdürleriyle, teknik personeli ile görüşme yapabiliyorsunuz ve onların güvenine sadık kalmak zorundasınız ki bu görüşme ilk görüşmede kesilmesin ikincisi, üçüncüsü, dördüncüsü olsun bugüne kadar o güvene hep sadık kalmaya çalıştım açıklanmaması gereken bir bilgiyi açıklamamaya özen gösterdim. Bu yüzden sağlıklı bir şekilde götürebiliyoruz ama dediğim gibi yani çok bıçak ucu denilen bir nokta yanlış bir kelime söylersiniz veya söylememeniz gereken bir bilgiyi yanlışlıkla olsa dahi açıklarsanız elinizdeki network bir anda kayıp gidebilir çünkü evet hani heyecanlı bir alan renkli bir alan ama çok da ciddi bir alan. Yurt içindeki etkinlikler bu şekilde ama bu işimde yurt dışı tarafı var orada dünya daha da renkli oluyor çünkü bu sefer küresel pazara giriş yapmış oluyorsunuz. Türk firmaları yabancılara kendisini göstermek zorunda kalıyor. Yabancı firmalar yabancı firmalara kendilerini göstermek zor oluyor. Benim de aslında ilk yabancı fuarım büyük ihtimal bu yıl olacak. Eylül ayında Polonya’da gerçekleştirilecek bir fuara MSPO fuarına katılacağım. Polonya olması şu şekilde önemli çünkü hemen komşusunda şu anda bir savaş var Polonya, Ukrayna’ya giden askeri yardımların toplandığı bir kabul toplama merkezi görevi görüyor ve çok ciddi bir şekilde bu savaştan ötürü risk algısı artmış bir ülke. Bütün dünya ülkeleri savunma sanayiinde ürünü olan ülkeler Polonya’ya bir şey satma derdinde o yüzden çok ciddi yoğunluklu bir fuar beni bekliyor diyebilirim.
Dijital sektörlerde çalışmak isteyen gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Dijitalde en önemli şey aslında ilgi alanınızı, hobinizi işinize çevirmek yani hiç ilginizin olmadığı bir alanda ben bir YouTube kanalı kurayım orada da o sektörde de iş yapayım bu sektörde de iş yapayım dediğiniz zaman çoğu zaman başarısız olacaksınızdır. O yüzden kendi ilgi alanınızı işe çevirmek her zaman size daha katkı sunar. Başarısız olursanız bile en son dersiniz ki olsun hobimi devam ettirdim tarzında kendinizi teselli edecek ve gerçekten de size katkı sunacak başarısız olsanız dahi bir avantaj elde edersiniz. O yüzden her zaman kendi ilgi alanınızda, kendi çizginizi bozmadan o sektörün de dinamiklerine aykırı bir şekilde hareket etmeden aslında bir işte kanat oyuncusu olarak takım arkadaşı olarak işinizi ilerletmeniz her zaman size ve işinize katkı sağlayacaktır diyebilirim.
Sanat ve Fotoğraf
Fotoğraf sanatçısı Nadir Ede ile fotoğrafçılığın dijitalleşme ile geçirdiği dönüşümü kendi fotoğrafçılık serüveni üzerinden konuştuk.
Deşifre için
Analogdan Dijitale Fotoğrafçılık – Nadir Ede
77 yaşındayım, 1945 doğumluyum. Zonguldak’ta Doğdum. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi ve Fizik bölümü mezunuyum ve hayatta en çok zevk aldığım şeylerden birisi fizik okumuş olmak. Fizik okurken de çok keyif almıştım. Ama şunu söyleyeyim, sekiz yılda mezun oldum. Çok hoşuma gittiği için tabii, hem çalıştım hem okudum. Fotoğrafa da liseyi bitirdiğim yıllarda başladım. Kolektif şeyleri yapmaya uygun bir ruh halim yok, psikolojim yok, yani futbol oynayamam. Cenazeye gitse ölü olmak istiyor, düğüne gitse damat olmak istiyor, o tip adamlardanım birazcık.
Fotoğraf tutkunuz nasıl başladı ve sonrasında süreç nasıl ilerledi?
Fotoğraf çekmeye 1962 yılında başladım ve bunu kesinlikle söyleyebilecek ender insanlardanım. Fotoğraf makinesi almaya karar verdiğimde, şimdi artık kapandı Yalçınlar vardı. Yalçınların babasından bir Nikon Super 66 fotoğraf makinesi satın aldım, taksitle. Adamcağız biz lise öğrencisiyiz kefilim de sonradan mimar olan bir arkadaşım. O makineyi bize senet karşılığında bize sattı, satmış. Borcumuz bitince de senetlerimizi geri aldık. Annem de onları saklamış. Rahmetli vefat ettiğinde sandığını kurcalarken onları buldum ve onun için kesin tarihi söyleyebiliyorum. Makineyi de söyleyebiliyorum ama tabii amatörce. Üniversiteye başladığımız yıllarda o makineyi hep yanımda taşıdım özellikle gezilerimizde, üniversite arkadaşlarıyla yaptığımızı gezilerde ve onların fotoğraflarını çektim, onları sattım. Her zaman banyosunu ve baskısını ben yapmasam da. Yani oradan üç beş kuruş para kazandım, isterseniz onları kazıkladığımı düşünün. Ben profesyonel yaşantıma başladığımı düşünüyorum böylece. Sonra daha üniversite öğrencisi iken 1965 yılında Kandilli Rasathanesinde çalışmaya başladım. Kandilli Rasathanesi o zaman daha Boğaziçi Üniversitesine bağlı değildi, Milli Eğitime bağlıydı. Her bölümde ayrı bir karanlık oda vardı, fotoğraf makineleri vardı. Güneş fotoğrafları çekiyorduk, Güneş Fiziği bölümünde. Şimdi rahmetli oldu Hasan Fahri Tahmaz dostumla beraber o da orada coğrafya bölümünde okuyordu. O da öğrenciydi, onunla beraber karanlık odada bir şeyler deneyip kendimizi geliştirmeye çalışıyorduk. 1968 yılında oradan ayrıldım ama fotoğrafçılık hayatım devam etti. Sonra tesadüflerle bugün Mimar Sinan Üniversitesinin Sinema ve Televizyon bölümüne dönüşen Sinema TV Enstitüsünde çalışmaya başladım. Hem sinema tabii, sinemaya bulaşmış oldum hem de fotoğraf çekmeye devam ettim.
Profesyonel fotoğrafçılık yaşantınıza nasıl adım attınız?
82 yılıydı herhalde 83 yılıydı ya dedim ki fotoğrafa o kadar çok para harcıyorum ki bari parayı da buradan kazanayım ben. Kulakları çınlasın Ahmet Akdağ diye sevgili dostum, fotoğraf makineleri tamir ediyordu Cağaloğlu’nda. Onun, handa bir boşluk odası vardı. Orada matbaalara fotoğraf çekerek ve film banyosu yaparak profesyonel yaşantıya başladım ama çok açık söyleyeyim herhalde bir üç beş sene, beş sene değilse bile üç dört sene süründük. Çünkü ben hep memur olarak gelmiştim, ticareti bilmiyordum, başlangıçta beni kimse tanımıyordu, para kazanmak falan çok zor oldu o sıralarda. Şimdi o da rahmetli oldu Yılmaz Kayani, üniversiteden arkadaşım Mimar Sinan Üniversitesi’nde fotoğraf optiği dersi veriyordu. Bir gün bana geldi dedi ki.,ya sen bu işin kimyasını biliyorsun gel fotoğraf kimyası dersini de sen ver. Sanıyorum ki 84, 85 yılı falandı. Üniversitedeki ders verme işine de orada başladım. Başlangıçta sadece hani ben üniversite dersleri veriyorum ben hocaya ben herkesten iyiyim diyebilmek için bu işi yapmaya başladım. Ama sonra bana müthiş bir keyif verdiğini fark ettim üç beş sene sonra, oraya da bulaştım. 2000 yılında stüdyomu kapattım sonra oradan başka yerlere taşındık başka stüdyolarım oldu. Baya ciddi sanayi fotoğrafları, reklam fotoğrafları çektim. Paşabahçe için çalıştım bir süre, baya iyi işlerimiz oldu, yemek kitapları… Şimdiki gibi çok fazla ayrılmış değildi reklam fotoğrafı. Şimdi baya ihtisas oldu moda fotoğrafçıları var, yemek fotoğrafçıları… Biz bir anlamda her şeyi yaptık. Dediğim gibi tanındım insanlar beni tanımaya başladı. Daha rahat yani, fotoğrafçılıkla zengin olamazsınız eğer yani namuslu bir iş yapıyorsanız. Ya da annenizden babanızdan kalmış bir şeyler varsa bir süre sonra insanlar size onların size bıraktıklarından bir şeyler harcamadan para kazanacak hale getirirler sizi yani ama ben hala da iyi kötü fotoğraftan bir şeyler kazandığımı varsayıyorum. 2000 yılında dediğim gibi stüdyomu kapattım. Fotoğraf dergisi diye bir yayın çıkıyordu galiba 95 ya da 96’dan sonra 2008’e kadar orada yayın yönetmenliği yaptım. Böyle bir şeyi de bilmiyordum, nasıl yapılacağını. O sıralarda sevgili dostum Şerif Antepli o dergiyi çıkaran. Bir gün benim stüdyoma geldi, ya dedi şu dergiyi yönetsene. Ama senin bir yönetmenin var dedim. Ben yazı yazıyordum o sırada dergiye. Ama dedi çok huysuz bir adam herkesle kavga ediyor. Peki dedim ama ben bu işi bilmiyorum. Şöyle bir prensiple başladım: sadece bilgi vereceğiz, kimseyle kavga etmeyeceğiz ve söylediğimiz her şey doğru olacak ama her doğruyu da söylemeyeceğiz. Reklamda kuraldır, doğru söylemeniz gerekir ama iyi reklamcı için. Ama her doğruyu söylemeniz gerekmez öyle başladım. Şu anda Ömer Serkan Bakır devam ediyor benim evladım gibidir. Çok severim keratayı. Ben de dergide işte fotoğraf eleştirileri falan yazıyorum ve dergi dijital olarak çıkmaya devam ediyor.
Bilgisayarla ve dijital teknolojilerle tanışıklığınız nasıl başladı?
Bilgisayarla, üniversite yıllarında bizim üniversite öğrenciliğimiz yıllarında, İstanbul Üniversitesi’nde Haydar Turgaç elektronik merkezi vardı. Bize orada birkaç satır fortranla yazı yazmayı öğretmeye çalıştılar, ben öğrenemedim. Sonra 1977 yılında ya da 78 yılında heyecanın bilgi işlem merkezini yönetmek üzere işe başladım. Dedim ki ben bilgisayarlardan anlamıyorum. Daha iyi dediler. Çünkü burada bilgisayardan anlayanların hepsi ukalalık ediyor, programcılar falan. Gittim, o zaman IBM 370 bir bilgisayarımız vardı. Bana rpg öğretmeye çalıştılar, report program generator. COBOL birazcık. Çünkü o tür makineler sadece iş uygulamalarına yönelik bir şeyler yapmanızı sağlıyordu. Bugünkü makinelerden tek farkı hızlı yazıcıları olmasıydı. Yani dakikada 600 satır falan böyle dot matrix basmıyordu veya ?(7,01) Basmıyordu. Matbaa harfleri gibi sıraya diziyor fontları değiştiremiyorsunuz takır takır basıyordu. Orada aşağı yukarı 3 sene kadar o işin başında durdum.
Dijitalleşme Profesyonel kariyerinizi nasıl etkiledi?
Fotoğrafla ilgili, bilgisayarla tanışmam için şöyle söyleyebilirim. Yine işte 80’li yılların sonunda falan şimdi rahmetlik Yurdaer Acar abimizle beraber bir stüdyo Nişantaşı’nda İstanbul’un sosyetik semtlerinden birinde bir reklam stüdyomuz vardı. O daktilo ile yazmayı seviyordu çünkü basından gelen biriydi. Ben bir tane bilgisayar aldım. Mac’in ürettiği Color Classic diye küçücük ekranı olan bir bilgisayar, bir de printer aldım. Ve orada önce yazıyla başladım. Yazılması gereken şeyleri falan yazıyordum. Yurdaer abi de baktı ki bugün bu şeyden daktilodan daha kolay kendisi yazmasa bile bana yazmam için faturaları falan veriyordu. Böylece ilk bilgisayar yani adam gibi bilgisayar kullanmaya başladık. Bizim şu anda kullanmış olduğumuz bilgisayarların iyi tarafı şu, kullanıcı dostu. Benim ilk kullanmaya çalıştığım 370 için program dilini iyi kötü bilmeniz gerekirdi. Yani kullanacağınız dosyaları yaratırdınız, yapacağınız operasyonları yaratırdınız, o operasyonların nasıl yapılacağını tarif ederdiniz, sistem öyle çalışırdı. Şimdi öyle değil, şimdi çok kolay.
Dijital gelişmeler fotoğrafçılığı nasıl etkiledi?
Ben şöyle düşünüyorum eğer internet olmasaydı dijital fotoğrafın bu kadar çok gelişme şansı olmayacaktı. Neden? Çok basit bir nedeni var, basında özellikle çektiğiniz fotoğrafı kullanabilmeleri için günlük gazetelerde mesela, filmin banyo edilmesi gerekiyordu. Ondan sonra hani o banyo edilinceye kadar doğru olup olmadığının doğru pozlanıp pozlanmadığını bilmezdiniz. Sonra da kullanılacak karelerin seçilmesi gerektiğinde çoğu zaman fotoğrafçı o filmi gazeteye gönderdikten sonra tekrar başka bir işe gittiği için de fotoğrafı seçip kullanacak olan kişi hangisinin can alıcı karar olduğunu da kestiremez. Halbuki dijital fotoğrafın ve internetin şöyle bir kolaylığı olduğu, fotoğraf çekiyorsunuz makinenizin mutlaka bir Wi-Fi özelliği var. Cep telefonunuzun üzerinden gazetenize veya derginize gönderiyorsunuz ve sonra diyorsunuz ki yahu bak şu kare çok önemli adamlar o bilgiyi de aldıktan sonra kullanıyorlar. Reklam fotoğrafında da böyle bakın hayatta yerine koyamayacağımız bir tek şey var. O da geçen zaman. Bize zaman kazandıran her şey kabul. Efendim kalite şöyle kötü böyle kötü. İşte film hala çok iyi. Olabilir. Öyle düşünüyor olabilirsiniz ama zaman kazandırmadığı sürece yapacak bir şey yok. Dijital fotoğrafın başlangıcında hakikaten fotoğraf, filmin üzerine çektiğimiz fotoğraflar çok daha iyiydi. Ama sonra dijital fotoğraf filmin gelişiminden çok hızlı bir sürede gelişti. Şu anda artık hem internet üzerinden fotoğrafları gönderebiliyoruz hem internet üzerinden insanlarla iletişim kurabiliyoruz. Neredeyse sansürün imkansız olduğu bir zamana geldik. Bunu sağlamak için yani buraya gelebilmek için bilgisayarların gelişmiş olması gerekli. Yani her iki sistem de birbirini anladı. Dijital fotoğraf, dijital fotoğrafların işlenebileceği bir bilgisayar ortamına ihtiyaç duydu. Ve biz o dijital fotoğrafların işlenebileceği bir bilgisayar ortamında çalışmaya başladık ve bu sefer kullandığımız fotoğraf makinelerinin kapasiteleri, görüntü büyüklükleri arttı. Ona göre bilgisayar kullanmamız gerekti. Ona göre hard diskler, efendim ona göre SD kartlar, ona göre yani internette yerler falan ayırmamız gerekti. Şu anda o gelişme durmuş değil. Dolayısıyla kesinkes şu şöyle olur, bu böyle olur demek çok zor. Birçok insan, birçok şeyin üzerine şu anda düşünüyor. Hani sadece Amerikalıların o Silikon Vadisi’nde değil, üreticilerin, makine yöneticilerinin mesela tanıdıkları, işte çalışanları, mühendisleri falan çalışıyor. Bildiğim kadarıyla değişmiş de olabilir ama yazılım geliştirme konusunda mesela Hindistan bayağı ileride. Makinelerin kullandığı sensörler üç beş yerden üretilse de o sensörlerden görüntüyü oluşturacak yazılımlar farklı farklı, işte Canon’un farklı Nikon’un farklı, dolayısıyla da farklı görüntüler elde edebiliyoruz aynı sensörü kullandığımız halde. Gazeteciler özellikle basın fotoğrafçıları için kötü bir şey oldu. Bu fotoğraf makineleriyle şu anda da olduğu gibi video çekme şansımız da var. Patronlar dediler ki olay esnasında kısa videolar da çek. Çünkü kağıt üzerine basılması yerine gazeteler, dergiler, internet üzerinde yayınlanıyor. İnternet üzerinden yayınlandığı zaman da bir kısa videolar da gösterebiliyorsunuz, can alıcı yerlerinden olayın. Bu tabii insanları zorlamaya başladı. Reklam fotoğrafı çekenleri de şöyle zorladı. Şimdi biz film zamanında filmi yıkardık. Okey, tamam beğenildi mi? Al kardeşim. Benden sorumluluk gider. Şimdi öyle değil. Müşteri kuş kondurmanızı isterse konduracaksınız, konduramıyorsanız o kuşu kondurana gidiyor müşteri. Bu fotoğrafçıya bayağı bir yük getirdi. Tek başına yapmıyorsa bile yapacak insanlarını buluyor. Tabii görüntü formatları, mesela Raw Jpeg, Tiff nerede kullanacağına bağlı olmak üzere özellikle profesyonel çalışıyorsanız Raw çekmek zorundasınız ama basında çalışıyorsanız jpeg de idare eder. Baskı yapacaksınız. tiff ile çalışıyorsunuz falan filan. Bunlar da bir takım zorluklar getirdi. Hangisi iyi, hangisi kötü bilmiyorum ama bu devirde bu yaşta tabii fotoğrafçılık yapmam, profesyonel fotoğrafçılık yapmam mümkün değil artık. Ama gençler bakıyorum cıva gibi, son derece düzgün çalışıyorlar. Ben işte 2019 yılına kadar hocalık yaptım. Hep anlattığım bir hikaye var. Birinci sömestrda işte ekranda, ben de buradan bir şeyler yapıp çocuklara gösteriyorum, şöyle yapacağız, böyle yapacağız, nasıl yaptınız hocam diyorlar, şöyle yaptım diyorum, ikinci sömestrda bir şeyler yapıyoruz, hocam onun şöyle bir kısa yolu var diyorlar. Yani ben de onlardan öğreniyorum. Öğreniyordum. Ama şimdi tabii hocalığım da bittiği için çok öğrenme şansım da kalmadı ama hala keyifle ne yaptıklarını izliyorum
Teknolojinin varmasını istediğiniz bir nokta var mı?
Fütüristler, var. Eskiden beri vardı. Science fiction yazarları çoğunlukla fütüristtirler. Bir İngiliz bilim adamı ve science fiction yazarı Arthur C. Clark, 1960’larda Geleceğin Çehresi diye bir kitap yazmıştı Shape of Things to Come, orada bazı şeylere değiniyor. Ama bugün onların bir kısmını yaptık. Bir kısmını yapma şansımız yok. Yani mesela, bu internet teknolojisi bir süre sonra bir şeyleri ışınlama şansı verebilir diye düşünüyorum ben. Ama yapar mı yapamaz mı onu bilmiyorum. Çünkü zorluk şurada. Maddeyi yani atomları, elektronları, protonları bir yerden bir yere gönderebilirsiniz. Hatta elektronları falan göndermeyi başardılar. Ama onların ötesinde canlılığı yapan başka bir şey var. Bir solucan için bile bir tek hücreli için bile bir onu bilemiyoruz henüz. Dolayısıyla o ışınlanma işi başarılmış değil ama ışınlanmanın başarılmasını isterim doğrusu. Öyle bir şey olursa harika olur beni Afrika’nın ucunda bir yere ya da Madagaskar’a falan sonra da gelip gelmek üzere tabii ışınlasınlar, o merak ettiğim yerleri göreyim isterdim. Bilmiyorum yani gençlerin hayalleri nasıl ama dünyayı hatta kainatı görmek isterim ama oralarda yaşayamayabiliriz. Dünyanın üzerinde yaşanacak güzel yerleri şu gezip tozmayı çok seviyorum. Eşim de seviyor ama artık yaşlandık, bir yerden bir yere giderken gitsek mi gitmesek mi diye düşünüyoruz. Ama ışınlanmak da iyi olurdu. Çünkü o zaman otobüs dolmuş uçak falan gibi bir şey olacaklar. Pat, oraya gönderecekler.
Fotoğrafçılık üzerine öğrencilere ne tavsiyeler verirsiniz?
Fotoğrafa başlarken buraya gelebileceğimi düşünmemiştim. Biraz önce de söylediğim gibi çok böyle kolektif şeyleri yapmaya uygun bir ruh yapım yok. Bireysel olarak bir şeyler yapmak hem kendini göstermek adına böyle bir şeyi seçtim. Ama şunu söyleyebilirim. O zamanlar fotoğrafla ilgili çok az bilgi alabileceğimiz kaynak vardı. Yani, iyi kötü bir yabancı dil bilmeniz gerekiyordu. Dergileri takip edebilirdiniz. Fotoğraf eğitimi veren bir okul dahi yoktu. İfsak o zaman eğitim veriyordu ama ben İfsak’a bir süre üye oldum ama o zaman zaten İfsak’daki arkadaşlarımın fotoğraf bilgisi benden fazla değildi. Fotoğraf bilgisi benden fazla olanlar vardı. Onlarla da çok uzun süre teşrik-i mesai, yani beraber çalışma şansımız olmuyordu. Yani biz emekleyerek öğrendik diyebilirim. Sıkıntı şöyle bir yerden başlıyor. Gözünüzün görmesiyle, fotoğraf makinesinin görmesi arasında çok büyük bir fark var. Fotoğraf makinesi sınırlı bir alanı görüyor. Gözümüz ise sağa sola çevirdiğimiz zaman her şeyi topluyor sonra onun tek bir karenin içine yerleştirebiliyor. Genellikle ben başlangıçta böyle hatalar çok yaptım. Şimdi çekilen fotoğraflarda da o hataları görüyorum. Makinenin arkasından veya üzerinden bakıyorsunuz. Fotoğrafını çekmek istediğiniz şey orada mı? Tak deklanşöre basıyorsunuz çünkü siz o esnada görmek istediğiniz şeyi gördünüz. Orada zaten. Halbuki o olay öyle değil maalesef. Fotoğraf kendi kendine konuşur hale gelmek gerekiyor. Bir portre fotoğraf bile olsa. Yani fotoğrafta kadrajı kompozisyonu aynı sinemada olduğu gibi öğrenmeniz gerekiyor. Ben bunu dediğim gibi emekleyerek öğrendim. Ben fizik okuduğum için sanat tarihiyle ilgili bir bilgim yoktu. Ben sonradan bu kitaplar falan okuyarak sanat tarihi öğrenmeye çalıştım ki şart. Yani ve yaptığınız işin geçmişini de bilmek zorundasınız. Şimdi cep telefonunda bile fotoğraf çekilebiliyor ve bunların bir kısmı o küçük basit makinelerden çok daha kaliteli fotoğraflar çekebiliyor. Onun için de fotoğraf bilmek gerekiyor. Yani nasıl ışığı kontrol etmeye çalışıyoruz burada? Fotoğraf için de ışığı kontrol etmek gerekiyor. En önemli şeylerden biri ne biliyor musunuz? Zamanlama. Bir vesikalık fotoğraf çekerken bile fotoğrafını çektiğiniz kişinin gözünü kırpmadığı anda deklanşöre basmalısınız yani zamanlama denilen şey çok önemli. Hikayeyi anlatan bir an var. Eğer anlamlı an fotoğraf çekiyorsanız veya bir bina fotoğrafı çekiyorsanız o binanın iyi aydınlandığı bir an var. Yani bunlar dikkat edilmesi gereken şeyler. Bunun dışında teknik olarak teknolojinin sağlığı imkanlarımız için çok büyük bir şey değişmedi Yani fotoğraf makinesi yine fotoğraf makinesi, insanlar yine üç aşağı beş yukarı insanlar. Ama insan fotoğrafı çekiyorsanız insanlarla iletişim kurmaya çalışmanız gerekir. Görüntü çalmak, yani paparazicilik yapmak değil işimiz. Her durumda insanlardan izin almaya çalışmalısınız. Aksi halde başınız derde girebilir. Ben çalışıyorum her durumda izin almaya. Hayır, çekme diyorlarsa çekmiyorum. Çünkü insan ilişkisidir fotoğraf. İnsan fotoğrafı çekmek. Şöyle söyleyeyim. Bir avukat cübbesiyle sokakta gezemez. Bir doktor boynunda steteskopla dolaşmaz ama biz makinemizle dolaşıyoruz. Bu karşımızdaki insanla iletişim kurmamızı da sağlayabilir o işi çok da zorlaştırabilir, nasıl davrandığınıza bağlı. Yani insanlardan çok hoşlanmıyorsanız, çok da yani paparazzilik fotoğraf çekmeye çalışmayın başınız derde girer. Hanımlar için şöyle bir başka zorluk var. Fotoğrafını çekmek istediğiniz insan yani diyelim ki bir erkek, yani hoş bir kız. benim fotoğrafım çekiyor, demek ki beni beğendi falan diye düşünüp sizi yanlış anlayabilir.
Fotoğrafçılıkta kadın olmak üzerine ne düşünüyorsunuz?
Kadın fotoğrafçılar var. Sevgili dostlarım da var aralarında. Ama bakış yani kadın bakışı apayrı bir bakış. Erkeklerin arasında da mutlaka farklı bakanlar olacaktır ama Margaret Bourke-White diye Amerikan fotoğraf tarihinin kadın fotoğrafçılarından örnekler de gördük, beraberce baktık. O yaklaşım erkeklerde olmayabilir, bence. Belki biz daha sert miyiz bilemiyorum ama yani bir kadın duyarlılığı var fotoğrafta. Reklam fotoğraflarında da bunu gördüm, görüyorum yorum yapma açısından da. Olayı yorumlarken de fotoğraf çünkü bir yorum da gerektiriyor. Ama kadınların fotoğrafa soyunmuş olması fotoğrafı değiştirmiş midir? Bana göre evet.
Fotoğrafçılık türleri hakkında bilmemiz gerekenler nelerdir?
Bir derdiniz olması gerekiyor. Bir şey söylemeye çalışmalısınız. Eğer anlatacak bir şeyiniz yoksa reklam fotoğrafı çekerken falan çok sorun değil. Ama anlatacak bir şeyleriniz yoksa yani öyle ben sanat yapacağım falan. Ya sanatın ne olduğunu bilmeden sanat yapma şansınız da yok. Ben reklam fotoğrafçılığının da bana çok şey öğrettiğini düşünüyorum. Bazı şeyler dediğim gibi imkansız gibi görünüyor bazı şeyleri yapmak. Zaman içinde öğreniyorsunuz. Mesela bu Algida dondurmalar yeni çıktığı sıralarda, Algida gibi, dediler ki işte yarısı ısırılmış bir çubuk dondurma. İşte derin dondurucunun içinde bir yığın geldi. Ya sıra sıra başaramadı, başaramadık. Yani hep kötü çıkıyor, hep kötü. Bıçakla kesiyoruz, mümkün değil. Sonradan öğrendik ki meğerse onun şeyi yapılıyormuş. Balmumundan falan yapanları varmış. Türkiye’de aradık bulduk bir adam onları yaptı bize. Onları çektik. Yani gerçek de değildi. Yani yenilecek şeyler değildi. Mesela yemek fotoğraflarının çoğu yenecek şeyler olmayabilir. Çünkü mesela piştiği zaman fotoğrafta göründüğü gibi sizin gördüğünüz gibi fotoğrafta görünmeyebilir. Ben yemek kitapları çektim rahmetli Tuğrul Şavkay için orada yaptığımız şeylerin yarısı yenmezdi yani. Mesela işte bir kremalı çilekte çileğin etrafındaki kremalar tıraş köpüğüydü mesela. Çünkü öbür kremalar çok çabucak sönüyor, kayboluyor, gidiyor halbuki biz onun tepesinden bilmem kaç watt ışık veriyoruz. Ya buna benzeyen ayrıntılar var. Bu tür şeyleri hem düşünmesi gerekiyor gençlerin. E ben fotoğrafı çok seviyorum. Ben de öyle başlamıştım ama burnumu sürttüm. Sabretmek gerekiyor. Ne bileyim? Usta çırak ilişkisi hala var. Şunu unutmayın çok farklı fotoğraf bölümleri var. Yani mesela Ara Güler ile ahbaplığımız vardı. Ama onun fotoğrafı apayrı bir tarz. O, foto röportajlar çekerdi, basın fotoğrafçısıydı. Şimdilerde Tamer var. Moda fotoğrafçısı. Sadece moda çekiyor. Ne çekeceğine de karar vermesi gerekiyor. Sokakta fotoğraf çekmekle profesyonelce fotoğraf çekmek farklı. Basın fotoğrafçıları için ayrı. Mesela Türkiye’nin önemli basın fotoğrafçıları var İşte Ercan Arslan ondan sonra Sebati Karakurt falan yani bunlar önemli basın fotoğrafçıları.
Analogdan dijitale fotoğraf tarzınız nasıl değişti?
Çocuklar benim tarzım projeler üzerinden düşünebiliyorum ben. Mesela Yüz Yıl Önce, Yüz Yıl Sonra İstanbul projem, aşağı yukarı yüz yıl önce çekilmiş kartpostalları, 2006 yılında tekrar aynı yerleri fotoğraflayarak bir sergi haline getirdim. Çok popüler oldu. Türkiye’de herhalde bir sekiz, on yerde sergilendi. Yurt dışında iki yerde sergilendi, Kültür Bakanlığı götürdü sergiledi. Benim aşağı yukarı yüz tane projem var. Belki de yüzden fazla şimdi. Her yerde herkese söylüyorum. Birileri yapsın diye. Çünkü ben artık o projeleri gerçekleştiremeyecek kadar yaşlıyım, daha yaşayacak yetmiş yedi senem yok. Mesela, Evliya Çelebi biliyorsunuz dünyanın da belki ilk gezginlerinden biri. On yedinci yüzyıl, dokuz cilt kitap, birinci cildi İstanbul, sonucu cildi Mısır. Araları hem farklı farklı ülkeler. Yapı Kredi bastı kitabı. Ben sadece İstanbul konusunda Evliya Çelebi’nin İstanbul’u diye bir kitap yapmayı isterdim. Sergi yapmayı isterdim. Neden yani nasıl göstereceksiniz diyeceksiniz. Evliya Çelebi bir hikaye anlatıyor, fotoğraf anlatmıyor. Seyahatnamesi şöyle başlıyor. Hemen ilk çatırda değilse bile Evliya Çelebi rüyasında kendini Ahi Çelebi Camii’nde görüyor. Ve sabah namazı, kapı açılıyor, ışıklar mışıklar, birileri geliyor, namaz kılacaklar hep beraber. Çelebi şeye soruyor gelenlerden birine: Bunlar kim? diyor ki bunlar sahabe. E nasıl? Yani işte diyor Kırım Savaşı için Hazreti Ahmet de gelecek sabah namazını kılacağız, Kırım Savaşı’nda Müslümanlara yardım etmeye gideceğiz. Sen kimsin diyor. O da ben diyor Sa’d bin Ebî Vakkâs’ım, okçuların piri. Hazreti Muhammed geliyor, namaz kılınıyor, sabah namazı, sonra Sa’d bin Ebî Vakkâs, Evliya Çelebi’yi Hazreti Muhammed’e takdim ediyor. İşte Çelebi kulunuz diyor. Evliya Çelebi de işte elini öpüyor. Hayır duasını alıyor falan, şefaat ya Resulullah diyeceğine seyahat ya Resulallah diyor. Hazreti Muhammed gülüyor. Senin dediğin gibi olsun. Gez, toz, dünyayı sağlıkla falan. Yani Ahi Çelebi Camii duruyor hala. İstanbul’da o camiye gittim fotoğraflarını çektim. Projem şu. Tabii bu sadece bir tanesi. O binayı çekip Evliya Çelebi’nin orayla ilgili söylediklerini hem bir kitap hem de bir sergi haline getirmek istiyorum. Mesela bunlardan biri. İstanbul’da az sayıda binanın üzerinde Osmanlı anonsu ve padişah tuğrası kaldı. Onları fotoğraflayıp bir Osmanlı dergisi yapmak istiyorum. Kitap yaptık ama çok da iyi olmadı. Daha doğrusu bizim Kemal bir banka için öyle bir kitap yaptı. Ben de birkaç tane fotoğraf çektim onun için. Sonra mesela biliyorsunuz İstanbul’da surların tarihi yarımadanın surlarının içinde kalan yer Doğu Roma’nın son kaldığı yer. Doğu Roma’nın son kalesi diye bir şey yapmak istiyorum. Surların bir kısmı yıkıktır ama var hala. İçinde Doğu Roma’dan kalan eserler falan var. Onları fotoğraflayıp Doğu Roma kalesi diye bir sergi yapmak istiyorum. Sizin de kolay cevaplayacağınız bir projem var. Ben kendim için yaptığım öğrencilerime de gösterdim. Biz genellikle vesikalık fotoğraflar çektirmek zorundayız, kimliklerimizle ilgili, İlkokuldan başlayaraktan. O fotoğrafları topladım. Öyle yan yana yan yana hepsini. Hiçbirini ben çekmemiştim. Ama en sonunda işte bugünkü halimi gösteren bir fotoğraf. Onları arka arkaya ve böyle eriyerek geçecek şekilde bir sıraya dizdim. Nasıl değiştiğinizi görebiliyorsunuz mesela. Basit bir proje hepsinin hiçbirini ben çekmemiştim. Ama en sonunda işte bugünkü halimi gösteren bir fotoğraf. Onları arka arkaya ve böyle eriyerek geçecek şekilde bir sıraya dizdim. Nasıl değiştiğinizi görebiliyorsunuz mesela. Basit bir proje. Ne bileyim işte mikroskoptan bir şeyler çekiyorum sağ olsun. Oğuz bana bir mikroskop hediye etti. O mikroskop projesi de şöyle başladı. Dedim ki ben fotoğrafı çok seviyorum. Ben eğer evden çıkamayacak kadar elden ayaktan düşersem nasıl fotoğraf çekeceğim? Bir mikroskobum olsun da hani evde çer çöp ne olursa çekerim. Bunu işte konuştuk falan, sonra Oğuz’la da tanıştık. O da dedi ki hocam bu mikroskobu kullan. Ben şimdi bende bir mikroskop vardı ama benim kullandığım mikroskop çok da ahım şahım bir şey değildi sağ olsun. Mesela o projelerimden biri. Mesela Türkiye’nin yedi bin kilometre kıyısı var biliyor musunuz, yedi bin kilometre. Bu yedi bin kilometre kıyıda her kilometrede bir fotoğraf çekseniz yedi bin fotoğraf eder. Mesela Türkiye’nin kıyıları diye tabii her kilometre değil de önemli yerlerini çekip öyle bir şeyler yapabilirsiniz. Siz de kafanızı yorarsanız çok şey bulabilirsiniz. Öğrencilerime sattığım, parayla değil tabii, sattığım projeler oldu. Biz diye bir sergi yaptılar sonra çocuklar Ergün Turan’la Süreyya Dernek. Ergün Turan şimdi Profesör Marmara Üniversitesi’nde, onların mezuniyet projesi. Taksim Meydanı’nda dedim ki bir tane branda gerin şöyle sokaktan geçen insanlara da tiplerini beğendiğinize ya işte böyle bir çalışmamız var diye üniversiteden bir kağıt verdik ellerine. Beğendiğiniz adamları onun önünde çekin. Yani soyutlansın, mekan olmasın. Onlar da bunu yaptılar. Fransız konsolosluğunun kenarına koydular Taksim Meydanı’nda. Gelen geçenden beğendiklerini seçip orada fotoğraflarını koydular ve o dönem, insanları gösteren yani diyelim ki 1980’lerin, 85’lerin insanları bir İstanbul Türklerini gösteren bir kitap oldu. İstanbul Modern’de falan sergilendi.
Metaverse ve Gazetecilik
Gazeteci Clara Schmelck ile Metaverse’ün gazetecilik alanında yol açtığı dönüşümleri konuştuk.
Deşifre için
Metaverse ve Gazetecilik – Clara Schmelck
Gazetecilik alanında Metaverse’ün getirdiği yeni sorunlar
Gazetecilikte metaverse için ortaya çıkacak sorun, her şeyden önce halkın bilgi karşısında eşitliği sorunudur. Bugün dünya nüfusunun yüzde ellisinin, hatta yüzde elliden fazlasının okuyabilecek yaşta olduğunu, yani altı yaşın üzerinde olduğunu, düzenli bir internet bağlantısından ve makul fiyatlarla yararlanamadığını biliyoruz. Peki bu ne anlama geliyor? Yani daha da maliyetli bir evren yaratacağız, bir İnternet 3.0 ortamı, çünkü metaverse’ün tanımı da budur zaten. Web 2.0’dan Web 3.0’a geçtik. 5G de dahil çok fazla enerji gerektiren sanal evrenlerle. Yani bu dünyada 5G ile donatılmış ağlar demek, ki hala bazılarının radyoya bile erişimi yokken ya da internete. O zaman bu durumlarda şöyle görünmüyor mu? Sadece kötü bir yönetim meselesi değil, şunu söylemek bile neredeyse korkunç, işte, metaverse’te haber odaları oluşturacağız, maliyeti yüksek bütün haberleri yapacağız Metaverse’te. Halbuki bilgi açısından en verimli olanı bölgenin her yerinde erişilebilen sağlam bir radyo haberi oluşturmak olacaktır. Örneğin, dünyanın dağlık bölgelerini düşünelim veya Afrika’daki bölgeleri ama ben size benzer durumda olan Fransa’nın bazı kırsal kesimlerini de anlatabilirim. Beyaz bölgeler olarak adlandırılan ve insanların kolayca bağlantı kuramadığı kesimler.
Yeni nesil ve metaverse ile değişen iş modeli
Medya şirketleri iş modellerini yenilemek istiyor metaverse’ü düşünerek ve yeni bir nesli yakalayabilmek için. Genç yaşlardan beri Fortnite’a, Pokemon Go’ya alışmış ve oyun benzeri platformlardan bilgi tüketen yeni nesli. Açık olarak oyun iş modelinin bir kopyasına sahibiz ancak kalan hiçbir şey bu kadar da açık değil. Gençlerin sırf metaverse’te oldukları için gazete okuyacaklarını size kim söyledi? Aynı hatayı yirmi yıl önce de internet ile yaptık. Dedik ki, işte internete bir sürü video koyacağız ve gençler de bizi görmeye gelecek. Peki gençler nerede? Sessizce TikTok’talar. Peki Facebook’ta dünyanın videolarını kim izliyor? Kırk yaşın üzerindekiler Nihayetinde burada mantıksal bir ironi var ki hedeflenen kitle ile gerçek kitlenin aynı olduğu hiç de kesin değil. Dolayısıyla gerçek kitlenin aynı kişiler olarak kalması oldukça olası yani bugün otuz veya kırk yaşındakiler yıllar içinde seksen yaşında olacak. Avrupa ülkelerinde yaş piramidi tersine döndüğünden medya bu ironiden illa ki zarar görmeyecektir ama diğer taraftan, demografinin güçlü olduğu ve genç nüfusun sayıca fazla olduğu Asya ve Afrika ülkelerinde kitleleri hedeflemekte giderek daha da zorlanıyorlar. Dolayısıyla çok ciddi bir yaş orantısızlığı ve bilgiye erişim sorunu olacak.
Hikaye Anlatıcılığının Önemi
Bu biraz saplantı haline geldi tüm gazetecilik okullarında. Storytelling (hikaye anlatımı) olarak adlandırdığımız kelime kullanımdan kalkmaya başladı. Şimdiyse fransızcada “narrative” (anlatı) diyoruz ki bu da tamamen uydurma bir terim çünkü fransızcada “récit” (hikaye) kelimesi var ve çok da güzel karşılıyor ama biraz ingilizce yapmak için “narrative”i tercih ediyoruz. Tüm bunlar aslında ham bilginin veya ham bilgi demetlerinin sahneye çıkmak için süslenmesine ihtiyaç duyduğumuz için. Çünkü şu açık ki, basitçe ham rakamları ve hatta anlatımları bildirmeye başlarsak, bu bir rapora benzeyecektir. Bizim işimiz ise bilgiyi dönüştürmek, onu halka daha yakın hale getirebilmek için. Yani böylesi iyi sunulduğunda herkesin daha iyi öğreneceği anlamında daha insani. Ama hikaye anlatımını pazarlamaya, iletişime, eğlence haber içeriğine dönüştürmemeye dikkat edin. Bu bilgi ve eğlencenin keyifli hale dönüştüğünü anlatan bütünleşik bir kelimedir ve sonuçta bizi bilgi karşısında artık eleştirel olmayan bir habere götürür. Nitekim bilgiyle hikaye oluşturmak iyidir. Hikaye ve soruşturma, başlangıç durumu, ani değişimler ve çözülüş ile, klasik yapı ancak gerçek olanla kurgu olan arasındaki farkı gözden kaçırmamak gerekir.
Dijital gazetecilik için Metaverse ekosistemindeki sahte haberlerin getirdiği riskler
Bu neredeyse insan ölçüsüzlüğü gibi bir şey. Günümüzde bilgileri doğrulamakta sorunlar yaşıyoruz ve yanlış veya hatalı görünen bilgi karşısında halkın hassasiyeti konusunda. Yanlış ve sahte olan arasında ayrım yapmak gerekir çünkü kasıtlı olabilir veya olmayabilir. Mesela bir gazeteci yanılabilir. Fransa’da pandemi sürecinde pek çok hata yaptık ve onları hemen fark ettik aynı rakamlara sahip olmadığımızı, yanıldığımızı, düzelttiğimizi söyleyerek .Yanlış bilgi ve sahte bilgi yani “fake” tam anlamıyla kasıtlı olarak sizi manipüle etmek için sahte bilgiler gönderiliyor. Ama zaten bu sorunu internette bilgilerin akışının, özellikle görüntülerin akışının sıklaşmasıyla yaşadığımıza göre. Bugün bir görüntünün sahte olup olmadığını anlamak çok zor ve Google’daki araçlar halihazırda pahalı olan. Haber odalarımız farklı bölümlerde tam zamanlı gazeteciler istihdam ediyor, bilgi teyidi, doğrulama. Bunların hepsi yüksek maliyetli. Her gün ve her an ki normalde “fact-checking” (bilgi teyidi) zaten mesleğimizin parçası bu uydurma bir söz, bir abartı. Üstelik artık internetin bir tür Uzak Batı’sı olan metaverse’e dahil olmayı istiyoruz. Hiçbir düzenleme olmadığından. Ne sözde sanal olduğu için görsellerde. Ne internetin düzenlenmesinde. Ne de internetin tarafsızlığında. Yani bu da demek oluyor ki Metaverse’te belli verileri daha hızlı elde etmek için internetin tarafsızlığı ilkesi yok. Yani bir tür ormana doğru gidiyoruz ve hiç de hazır değiliz.
NFT ve Kullanım Alanları
Avukat Oğuz Evren Kılıç ile NFT ve uygulama pratikleri hakkında konuştuk.
- 00:10 Kripto varlık ve NFT
- 01:46 Dijital ortamlarda üretilen sanat eserlerinin orijinalliği
- 03:21 NFT’nin gelecekteki kullanım alanları
- 05:32 NFT kullanımında hukuksal açıdan karşılaşılabilinecek sorunlar
- 07:16 NFT eserlerin güvenilirliği
- 09:43 NFT’nin sanat olgusuna getirdiği ve getireceği değişiklikler
Deşifre için
NFT ve Kullanım Alanları- Oğuz Evren Kılıç
Kripto varlık nedir?
Kripto varlık bugün blok zincir teknolojisi üzerinde yükselen yeni bir olgu, yeni bir fenomen. Bu olgu, bu fenomen multidisipliner açıdan ele alınmalı bunu bu şekilde değerlendirmeliyiz. Çünkü tek başına bir ekonomik değer olarak ele almak yeterli olmayacaktır. Kripto varlıklar hem teknolojik bir ürün, hem ekonomik bir değer, hem de aynı zamanda artık bir sosyopolitik unsur haline geliyor. Bundan dolayı kripto varlıklar için en temel düzeyde şu tanımı yapabiliriz. Blok zincir teknolojisi üzerinde kullanılan genelde değer saklama için ya da değer taşıma için kullanılan veya çeşitli konsensuslarda katılım için kullanılan dijital varlıklar olarak özetleyebiliriz.
NFT nedir?
NFT non-fungible token olarak adlandırılan kripto varlıkların kısaltılmış hali İngilizce kısaltılmış hali. Bugün bununla ilgili olarak bir Türkçe çeviri çabası mevcut biliyorsunuz, nitelikli fikri tapu diye. Ne kadar doğru olup olmadığı da şu anda henüz tartışma halinde. NFT dediğimiz şey aslında var olan kripto varlıklar içerisinde kendine ayrı özel alan açmış yeni bir kripto varlıklar türü. Bu da sadece tek bir unsur tek bir suret olarak üretilebilen kripto varlık demek. Yani Bitcoin gibi yirmi bir milyon adet değil de siz sadece bir adet NFT üretiyorsunuz. Bu aslında bir tür dijital tapu, dijital sertifika gibi bir kripto varlık üretmek anlamına geliyor. Bu açıdan NFT’yi diğer kripto varlıklardan ayıran temel özellik bu.
Dijital ortamlarda üretilen sanat eserlerinin orijinalliği nedir?
Burada öncelikle biriciklik veya teklik, özgünlük gibi adlandırabileceğimiz unsuru sağlayan temel unsur temel husus eskiden yazılımlarda kendi içerisine gömülü olan kodlarla sağlanabiliyordu veya çeşitli kriptografik algoritmalarla sağlanabiliyordu. Kripto varlıklarla birlikte ve özellikle NFT ile birlikte bu yine bir kriptografik yöntemle kendine ait bir teknik kodlamayla ve algoritmayla sağlanıyor. Bunun dışında esas bunun teknik özgünlüğünü sağlayan şey blokzincir altyapısını kullanıyor olması. Çünkü blokzincir altyapısında siz bunu tek olarak ürettiğinizi bütün blokzincire onaylatıyorsunuz ve blokzincirin veri tabanında artık veri kümesinde bu o şekilde damgalanmış şekilde saklanıyor. Yani en sadeleştirerek anlatabileceğimiz yönüyle bu şekilde. O yüzden blokzincir altyapısında özelliğinden dolayı geriye dönük olarak işlem yapma zorluğundan hatta neredeyse imkansızlığından dolayı siz
artık bu ürettiğiniz NFT’nin bir eşini, bir kopyasını, birebir kopyasını yaratamıyorsunuz, basamıyorsunuz. Çünkü üzerinde timestamp zaman damgası oluyor. Kendine ait hash oluyor. Çeşitli yine farklı damgaları oluyor. Bunu sadece tek olarak yaratıp muhafaza edebiliyorsunuz ve bunun en büyük garantisi blokzincir teknolojisinin kendisi.
Gelecekte NFT’nin kullanım alanlarına neler eklenebilir?
NFT’nin zaten daha yolun çok başında olduğu belli blokzincir teknolojisi de yolun çok başında daha emekleme safhasında diyebiliriz. Fakat çok hızlı gelişen bir teknoloji alanı. Bu hızlı gelişen teknoloji alanında daha şundan iki sene öncesine kadar NFT’leri konuşmuyorduk. Metaverse hiç düşünülmüyordu bile metaverse gibi yeni bir konseptle birlikte NFT de yeni bir yön almaya başladı. Yeni bir, kendine çalışma alanı ve gelişme alanı bulmaya başladı
bu açıdan düşündüğümüzde devamlı yeni teknolojiler veya füzyon teknolojiler ortaya çıkacaktır bu artık belli oldu. Yeni konseptler de ortaya çıkacak. NFT bir konsept olarak bir olgu olarak varlığını devam ettirecektir. NFT’nin kendi içerisinde alt türler, yeni konseptleri, yeni teknoloji konseptleri ortaya çıkacaktır. Burada yakın gelecekte ortaya çıkacağını beklediğim benim adıma iki tane önemli konsept var. Birincisi resmi NFT yani gerçek anlamda resmi kayıtların tutulduğu, resmi dokümanların tutulduğu ve resmi doküman paylaşımının küreselleştirildiği ve evrenselleştirildiği bir teknolojik konseptten bahsediyoruz. Nedir bu? İşte tapu kayıtları, diplomalar, çeşitli resmi sertifikalar, ehliyet gibi, kimlik gibi resmî belgelerin, dokümanterin üretilmesi ve paylaşılması, kullanılması NFT üzerinden gerçekleştirilebilecek. İkinci konsept, özellikle de telif konusunda olmak üzere sanat sektöründe, sanat alanında, işte gerek sinema olsun gerek resim olsun, plastik sanatlar olsun, gerek müzik olsun burada yaratılacak eserlerin NFT üzerinden yaratılarak ya da NFT üzerinden sertifikalandırılarak küresel koruma altına alınması ve sürdürülebilir kazancın ortaya çıkması bu konsepte doğru evrileceğimizi düşünüyorum. NFT’nin yaratacağı en büyük devrimlerden bir tanesinin de bu alanda olacağını düşünüyorum.
NFT kullanımında, hukuksal açıdan nasıl sorunlar vardır?
Burada hukuksal açıdan nasıl sorunlar ortaya çıkabileceğinden daha önce aslında hukuki altyapının nasıl olacağını konuşmamız gerekiyor. Çünkü daha bu işin hukuki altyapısıyla ilgili ne dünyada ne Türkiye’de yeterli çalışma yok ama ülkelerde bir regülasyon çabası var. Türkiye’de de var ve kısa zamanda bu hukuk bu işin bu kısmına yetişecektir diye düşünüyoruz. Bununla ilgili olarak söyleyebileceğimiz bir başka husus da burada akıllı sözleşme altyapısı kullanılıyor. Blokzincir teknolojisine hayat veren hukuki kısım akıllı sözleşmedir yani bilgisayar veya bilişim sistemi tarafından otomasyonla yönetilen ve otomasyonla yürütülen bir sözleşme, bir hukuki metinden bahsediyoruz. Bu hukuki metnin tanınması, hukuka işlenmesi, hukukta geçerlilik kazanması ve sonuç doğurması bakımından tabii ki yasal düzenlemelere ihtiyaç var. Bunlar olduğu zaman orada işte yeni hukuki tabii sorular ve sorular ortaya çıkacak. Bunların neler olabileceği ile ilgili bazı ufak öngörülerimiz mevcut. Nedir o öngörüler? Örneğin şu anda var olan klasik sözleşme yapılarında Borçlar Kanunu veya Borçlar Hukuku daha kapsamlı olarak çerçevesinde çözülmeye çalışılan, çözüme ulaştırılmış, yerleşik uygulama haline gelmiş birçok şey yeniden tariflenmek zorunda kalacak. Burada biraz bir süre boşluğu ve yasal boşluk olma riski var. Onun işte kapatılması nasıl olacak? Bunu riskler nasıl bertaraf edilecek? Bunlar tabii ayrı değerlendirilecek konular.
NFT eserlerin güvenilirliği nedir?
NFT olarak üretilen bir varlığın hacklenmesi, üzerindeki kaydın değiştirilmesi neredeyse imkânsız. Tabii ki kul yapısı olan hiçbir şeyde imkânsız diye bir şey yok. Fakat neredeyse imkânsız matematiksel olarak imkânsız. Onu da blokzincir altyapısının doğasının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Fakat bunun dışında NFT’nin saklandığı, muhafaza edildiği veya satıldığı, el değiştirdiği platformun veya bilişim ortamının hacklenebilmesi bu NFT’nin çalınabilmesi, bozulabilmesi, silinebilmesi veya başka bir sıkıntıyla karşı karşıya kalabilmesi imkânı tabii ki mevcut. Bununla ilgili olarak en çok karşımıza çıkan şey hacklenme durumlarında bu NFT’leri muhafaza edildiği ve soğuk cüzdanların veya sıcak cüzdanların işte üçüncü kişiler tarafından ele geçirilmesi ve NFT’lerin kişinin iradesi dışında sahibinin iradesi dışında transfer edilmesi, satılması gibi sorunlarla karşılaşıyoruz, yani çalınmasıyla ilgili sorunlarla karşılaşıyoruz. Onun dışında bir orijinal eserin orijinalliğini bozacak şekilde veya o kaydı bozacak şekilde bir hackleme şu ana kadar var olmuş değil olabilecek gibi de değil. Blok zincirin dediğim gibi en güvenilir yanı bu. Yani siz bugün bir müzik eseri ürettiğiniz zaman bunu NFT ortamında ürettiğin zaman veya NFT ile sertifikalandırdığınız zaman bunun artık size ait olduğunu ve sizin tarafınızdan üretildiğinize dair kaydı bozmak inanın hiç kolay değil yani. Sıfıra yakın bir ihtimal ama eserinizin çalınması, sizin iradeniz dışında el değiştirmesi, satılması vesaire bunlar dediğim gibi mümkün olabiliyor. Bununla ilgili de zaten hem dijital güvenlik önlemleri var hem de hukukun öngördüğü bazı güvenlik önlemleri var. Bunun dışında hukuken siz bir eserin orijinalliğine o blokzincirin sağladığı teknolojiyle birleştirerek daha güçlü ve daha güvenilir hale getirme imkânınız mevcut. O da nasıl yapacaksınız? İşte hukuki altyapıyla birlikte çeşitli regülasyonlarla birlikte fisek gibi kanunlarda yapılacak değişikliklerle birlikte artık hem hukuken koruma altına almanız daha kolaylaşacak hem de küresel çapta. Hem de teknolojik olarak koruma altına almış olacaksınız.
NFT sanat olgusuna ne gibi değişiklikler getirdi ve getirebilecek?
Şunu baştan çok basitleştirerek anlatalım. Bir sanatçının bir fikir veya sanat eseri sahibinin bugünkü dünyada yaşadığı iki büyük problem. Birincisi finansman. Siz bir şey üretiyorsunuz. Örneğin bir liraya satabiliyorsunuz veya değerleyebiliyorsunuz. Sizden sonra elinizden çıktıktan sonra onun daha yüksek bir kâr marjıyla satılması durumunda burada önünüze hukuk bir bariyer koyuyor. Yani sizin elinizden çıktığı için mülkiyet hakkı da artık bağımlı mülkiyet bağınızı da kopardığınız için artık bir hak iddia etmeniz çok zor oluyor, imkânsız oluyor. Bundan dolayı da sanatçının ürünlerinden devamlı para kazanması çok ciddi bir sıkıntı ve sanatın finansmanı yıllardır hep ya romanlara bile konu olmuş bir husus bir gerçeklik. Ama bugün sanatın ve fikir sahibi sanatçının ve fikir sahiplerinin sürekli finansmanı sağlayacak olan bir teknolojidir NFT. Siz bugün bir tablo ürettiğiniz zaman, bir müzik eseri, ürettiğiniz zaman, bunu bir ürün olarak NFT ile satışa çıkardığınız zaman piyasalaştırdığınız zaman sonraki satışlardan royalty fee dediğimiz fikir ve sanat üretim hakkını payınızı otomatik olarak alıyorsunuz akıllı sözleşme sayesinde. Siz onun takipçisi de olmanıza gerek yok, yani sizin bugün yurt dışına sattığınız bir ürün, yurt dışında el değiştirse bile bir gece yatıyorsunuz, sabah kalktığınızda dijital cüzdanınızda, soğuk cüzdanınızda veya sıcak cüzdanınızda. Royalty fee’nizin yatmış olduğunu görüyorsunuz. Kimi kime sattığı da önemli değil. Hiç kimseyi takip etmek zorunda değilsiniz. Akıllı sözleşme bunu otomasyon şeklinde otomatize ederek yapıyor. Bu çok önemli. Sanatın devamlı finansmanı sürdürülebilir ekonomi yaratması çok önemli. İkincisi, bugün telifle ilgili çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Sadece sanat açısından düşünmüyorum bunu marka patent açısından da düşünün. O yüzden küresel telif koruması sağlıyor size. Bugün kendi ürettiğiniz bir şeyi dünyanın neresine giderseniz gidin NFT üzerinden sertifikalandırdığınız ya da ürettiğiniz zaman hiç kimsenin şüphesi olmuyor ki o size aittir. O yüzden küresel telifi size çok ucuz kesin ve evrensel çerçevede sağlıyor. Bundan dolayı sanatı ciddi anlamda dönüştüreceğini düşünüyoruz. Sanat endüstrisini ciddi anlamda
dönüştüreceğini düşünüyoruz ve sanatçıları, fikir sahiplerini besleyeceğini düşünüyoruz. Bir husus daha var. NFT dediğimiz olgu kendi ekosistemini yaratıyor. Tabii ki altyapı üstyapı ilişkisi gereğince kendi sosyal ağını, kendi sosyal ilişkilerini üretim ve paylaşım ilişkilerini de yaratıyor. Bundan dolayı merkeziyetsiz komüniteler topluluklar çerçevesinde yüz binlerce, milyonlarca kişiden oluşan kitlelere çok rahat ulaşabiliyorsunuz. Bunun dışında bu eserlerin gerçek anlamda halk veya kitleler gözünde değerlenip değerlenmediğini orada net olarak görebiliyorsunuz ve anonim olarak görebiliyorsunuz. İşte bunun gibi çok ciddi faydaları var. Bugüne kadar tarihsel çizgi içinde, kronolojik çizgi içerisinde sanatın yaşamış olduğu birçok yapısal sorunu aşıyor ve sanatı aslında bir sonraki çağa, bir sonraki aşamayı hazırlıyor. NFT’nin bu devrimci gücünün herkesin farkında olması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle de sanatçıların ve fikir sahiplerinin, üreticilerin farkında olması gerektiğini düşünüyorum.
Kripto Varlıklar ve NFT
Web3 Teknolojileri Derneği Kurucusu Buğra Ayan ile Kripto varlıklar, NFT ve bu alanda uzmanlaşmak isteyenlere öneriler etrafında bir sohbet yürüttük.
Konu Başlıkları
Deşifre için
Kripto Varlıklar ve NFT- Buğra Ayan
Dijital kimlik nedir?
Dijital kimlik tıpkı gerçek dünyadaki fiziksel kimliğimiz gibi internette sahip olduğumuz varlıkların bütününe verebileceğimiz bir isim. Buradaki önemli nokta şu, internet geliştikçe insanların internet ortamında sahip oldukları bu dijital kimliği daha çeşitleniyor, zenginleşiyor ve derinleşiyor. Web 1 evresinde sadece bir internet sitelerine bıraktığı ziyaretçi olarak bıraktığı çerezler varken ve Web 2 evresinde artık sosyal ağlardaki fotoğrafları, videoları, bu dijital kimliğin içerisine girdi. Web 3 evresindeyse artık mülkiyeti de kendisinde olan ve finansal değeri olan varlıklar ortaya çıkacak. NFT’ler veya Metaverse ortamındaki diğer parçaları da buna dahil edebiliriz. Buna toptan bir bakış açısıyla insanların bu siber uzaydaki dijital kimlikleri ismini veriyoruz.
NFT üretiminde anonim olunması problemler yaratıyor mu?
NFT üretiminin anonim olması aslında yine bizim dijital kimlik ile ilişkili bir durum. Yani bizim dijital kimlik anlayışımız değişiyor. Yani bir normal dünyadaki fiziksel kimliğimiz var. Bu fiziksel kimliği aynen dijital ortama taşıdığımızda bir kimlik oluşabilir veya onun yeni parametreleriyle yeni bir kimlik oluşabilir. Örneğin bir insanın oradaki takma ismi
SıfırX Buğra ise ve onunla bir kimlik oluşturmuşsa artık o orada zaten bellidir ve tanınıyordu. Dolayısıyla birincisi bu nokta önemli. Oradaki kimlik anlayışı değişecek. İkincisi anonimliğin oluşturacağı tehlikelere aslında bir teknik boyuttan bakabiliriz yani
telif hakları gibi konulardan. Fakat biz yıllar boyunca şunu gördük internete 90’lardan bakıp bugünü hayal ettiğimizde bugün milyarlarca insanın birbirine mesaj göndermesi büyük bir kaos yaratabilir diye düşünürdük ama bunun olmadığını yani internet kullanıcılarının yavaş yavaş kendi iç dinamikleriyle interneti düzenlediğini gördük. NFT’deki anonimlik problemleri de yine platformlardaki o dijital varlık bulunduran kişilerin propozları ile bir demokrasi içerisinde çözülecek diye düşünüyorum.
Kripto varlıkların merkeziyetsiz olması ne gibi sorunlar oluşturabilir?
Merkeziyetsizlik konusu aslında çok teknik bir konu gibi gözükür. Ama ben bunu günlük hayatımızdan bir örnekle açıklayayım. Mesela her koyun kendi bacağından asılır atasözünü
onu bir yerde yazdığını yazmadığını düşünelim. Sonra bu atasözünü hatırlamaya çalışıyoruz. Hepimizin aklında bu atasözü olduğu için aslında hepimiz bir düğüm gibi oluyoruz ve dolayısıyla en çok kimin aklındaki doğruysa evet atasözü bu şekilde kalıyor diyoruz. Yani merkeziyetsizlik dediğimiz şey birbirine güvenmeyen tarafların ortak bir konsensusta güven ortamını oluşturması ve burada da yüzde elli bir oranının kullanılması. Yani burada bir varlığın kimde olduğunun yazıldığı defterler tek bir kişinin hükmünde, otoritesinde olmuyor birçok yerde oluyor. Bir NFT’nin saklanmasını da düşünebiliriz, bir kripto paranın bulundurulmasında hepsi. Buradaki merkeziyetsizlikten kastımız bu.
Kripto varlıklar üzerine uzmanlaşmak için neler yapılmalı?
Kripto varlıklar bizim bugüne kadar gördüğümüz teknolojiler içerisinde belki de en çok disiplinlerarası alana giren teknolojilerden biri. Çünkü yapay zeka çalışırken veya artırılmış gerçeklik, sanal gerçeklik, nesnelerin interneti gibi teknolojileri çalışırken bunun toplumsal tarafı, finansal tarafı gibi noktalar üzerine çok fazla kafa yormanıza gerek olmayabilir. Ama kripto varlık dediğimiz şey aslında internette insanların sahip olacağı yeni dijital kimliklerin DNA’ları. Dolayısıyla insana ait her şeyi anlamamız gerekiyor. Finansal taraf, teknolojik taraf, sosyal taraf, kültürel taraf. Dolayısıyla burada uzmanlaşmak için bol bol disiplinlerarası okuma yapmak ve yeni gelişen senaryoları da dikkatlice incelemek gerekiyor. Çünkü turizmden tutun ulaşıma finansa kadar birçok endüstriyi bir anda buranın içerisinde görebiliyoruz. Burada uzmanlaşmak için bol bol okuma yapmak ve yeni senaryoları dikkatle incelemek gerekiyor.
Kripto ve NFT’nin öne çıktığı iş alanları nelerdir?
Şimdi 1990’lardan baktığımızda internet ne işe yarar? İnternet nedir sorusunun her yıl değiştiğini görüyoruz. ani 97’de internet nedir diye sorduğumuzda farklı. 2005’te farklı, 2015’te farklı. Biz bugün NFT’leri anlamlandırmaya ve belli bir iş gücüne dönüştürmeye çalıştığımızda doğal olarak ilk karşımıza daha entelektüel, sanatla ilgili kısımlar geliyor. Fakat metaverse gibi ortamlarda gündelik kullanıma girdiğinde bunu her anlamda, her endüstride kullanabileceğimizi göreceğiz. Odak noktamız şu olabilir. NFT’leri internetin en küçük lego parçaları gibi düşünebiliriz. Bugünkü varlıklardan farkı ise o legoların sorumluluğunun ve kontrolünün bizde olması. Yani sizin Facebook hesabınızdaki varlıklarınızın kontrolü Facebook şirketine aittir ama NFT’lerin kontrolü sizde olacak. Dolayısıyla her alana girebilir. Biz şu anda bunun çok küçük bir kısmını görüyoruz. Çünkü Mark Zuckerberg’e 2017’de Facebook nedir diye sorsanız bugün o hayal edemezdi. Biz de yani doğrusunu söylemek gerekirse sadece bunun bir girdap gibi her şeyi içine alabileceğini görüyoruz, fakat neyi ne zaman alacağına daha farklı parametreler karar verecek.
Robot Gazetecilik
Doç. Dr. Bilge Şenyüz ile robot gazetecilik hakkında konuştuk ve alanda kendini geliştirmek isteyenlere önerilerini dinledik.
Konu Başlıkları
- Robot gazetecilik
- Veri gazeteciliği
- Robot gazeteciliği ve veri gazeteciliği alanında kendini geliştirmek isteyenlere öneriler
Deşifre için
Robot Gazetecilik – Bilge Şenyüz
Robot gazetecilik nedir?
Robot gazetecilik denince ilk önce aklımıza sanki böyle makineler bir oturmuşlar bir yerde haber yazıyorlar gibi bir şey düşünüyoruz. Ama öyle bir şeyden bahsetmiyoruz aslında. Yine insan emeğinin başlangıcında, kurulumunda yer aldığı bir gazetecilik pratiğinden bahsediyoruz. Bir yazılım vasıtasıyla, özellikle nicel verinin yoğun olduğu haberleri bir algoritma aracılığıyla otomatik biçimde yazdırmaktan bahsediyoruz. Ama başlangıçtaki bu kodu yazan kişi yine insan. Dolayısıyla bir makinenin oturup haber yazdığı bir süreçten bahsetmiyoruz aslında. Örnek vererek belki biraz daha kolay açıklayabiliriz. Örneğin şu an maalesef ülkemizde üzülerek İstanbul’da bir deprem bekliyoruz. Korkuyla bekliyoruz, bu deprem için bir gazetecileri sürekli olarak oturtup bizim Kandilli Rasathanesi’nin ya da devlet kurumlarının diğer devlet kurumlarının sitelerinin başında oturtarak 24 saat bekletme imkanımız yok. Bunun yerine bir Java Script ya da herhangi bir başka bir programla bir kod yazıyoruz ve diyoruz ki programa, her beş saniyede bir gidip ilgili kurumları kontrol et, eğer bir deprem varsa ekrana İstanbul’da deprem oldu; şiddetine göre, işte yedi şiddetinde bir deprem oldu, can kaybından endişe ediliyor, yazısını otomatik olarak getirebiliyor mesela. Sadece deprem olarak düşünmeyelim. Nicel verinin yoğun olduğu hangi haberler var diyecek olursak meteoroloji böyle. Yine Ankara’da yağmur bekleniyorsa yine biz bir kod parçacığına, meteorolojinin verilerini kontrol ederek ekrana yağmur olduğunu, şemsiyelerini unutmamalarını söyleyebiliriz. Bunun dışında spor müsabakalarında dakikalar, goller, yine sayısal verinin çok yoğun olduğu haberler. Yine aklımıza gelebilecek olan başka ne olabilir dersek tabii ki ekonomi, dolar, euro ya da işte çeşitli para birimlerinin ülkenin para birimine göre değişimiyle ilgili olan haberleri yine biz algoritmalara, otomatik biçimde yazdırabiliyoruz. Ama burada önce dediğim gibi hangi haberlerin otomatize edilebileceğine karar vermemiz gerekiyor. Şu an için bunlar ağırlıklı olarak nicel haberler ve bir yine insan emeğiyle kod yazarak ilgili yerlerden, veri kaynaklarından veriyi çekerek otomatik biçimde yazmalarını sağlıyoruz.
Veri gazeteciliği nedir?
Veri gazeteciliği dediğimizde de yeni bir anlatı türü olarak karşılaşıyoruz. Biliyoruz ki biz dijital endüstrilerin çok arttığı dijitalleşmenin çok arttığı dijital enformasyonun anormal derecede çoğaldığı bir coğrafyada bu verileri anlamlandırmak için yeni anlatı tiplerine ihtiyaç duyuyoruz. Ne demek istiyorum? Yazı bazen yeterli olmuyor. Görsel bazen yeterli olmuyor Sadece işte sabit görüntü yeterli olmuyor. Tablolar da bazen tek başına yeterli olmuyor. Bütün bunları bir arada kullandığımız, özellikle yine sayısal olarak verinin çok olduğu yerlerde o tablolarla yeni bir anlatı türü oluşturarak verice yoğun olan bir konuyla ilgili bilgiyi çok kolay çok pratik bir biçimde anlatmamızın yeni bir yolu. Ama burada belki üzerinde durmam gereken şeylerden biri sadece nicel veriyi görselleştirmiyoruz veri görselleştirmede, nitel veri görselleştirmek için de zihin haritalama gibi başka nitel veri görselleştirmeye yönelik olarak birçok başka araç da kullanma şansına sahibiz. Ne yapıyoruz burada? Tablolaştırıyoruz, grafikleştiriyoruz, ses öğesi ekleyebiliriz, resim yine sabit ya da hareketli görüntüye ekleyebiliriz. Ama miktarca fazla anlaşılması zor bir konuyu belki tek bir anlatıyla çok kolay bir biçimde kitlelere ulaştırmamızı sağlayan bir yeni anlatı türü olduğunu söyleyebiliriz. Bunun için de belirli becerilerimizin olması gerekiyor. Nedir bu? İlla programlama dillerine hakim olmamız gerekmiyor ama, bazı toollar var. Veri görselleştirme için kullanabileceğimiz toollar var. Bunlardan yararlanarak verimizi oraya yükleyerek, görselleştirme süreçlerine başlayabiliriz. Görselleştirmeye yani ilk denemelerimizi yapabiliriz. Bu programların ya da toolların bir kısmı ücretsiz ve açık kaynak kodlu. Dolayısıyla hiç ürkmeden, çekinmeden bunları kurcalamamız, bunların üzerinde verilerimizi anlamlı bir anlatıya dönüştürmeye çabalamamız gerekiyor. Dolayısıyla aslında ilk başta böyle korkutucu gibi gözüken bu anlatı türü, öğrenildiğinde çok keyifli, çok kolayca zor içerikleri kitlelere anlatmanın etkili bir aracı olarak karşımıza çıkıyor.
Robot gazeteciliği ve veri gazeteciliği alanında kendini geliştirmek isteyenlere önerileriniz nelerdir?
Gençlere kendilerini hem veri gazeteciliği alanında hem de robot gazetecilik alanında geliştirmeleri için önereceğim bazı noktalar elbette ki olacaktır. Ama ilk önce belki şunu söylemem gerekiyor. Robot gazetecilik yani algoritma yazmak, programlama dili bilmek ya da veri gazeteciliği toollarını iyi kullanıyor olmak sihirli bir değnek değildir. Dolayısıyla her kod yazan kişi muhteşem içerikler oluşturacak diye bir kaide yok. Bunu bilelim. Çok klişe olacak belki ama içerik kraldır diye de bir biliyoruz ki söz var. Dijital dünyada çok kullanılan. Öncelikle gerçekten neyi anlatacağımıza karar vereceğiz. Verilerimizi iyi toplayacağız ki bunu ister veri görselleştirmeyle anlatalım, ister algoritmalarla anlatalım. Bunlar sadece bir araç. Dolayısıyla öncelikle iyi bir haberci olmanın koşulu yani öncelikle içeriğimizin ne olacağına karar vermemiz, bunun üzerine kafa yormamız çok önemli. Bu da gerçekten iyi bir genel kültür becerisi, çok fazla kişiyi tanıma, haber kaynaklarına dokunma, ulaşma önce bunları sağlamamız ve veriyi sağlamamız gerekiyor. İyi bir verimiz olmadan dünyanın en iyi toolunu bilelim, dünyanın en güzel veri görselleştirme araçlarını kullanabilelim bir işe yaramayacaktır. Dolayısıyla önce toplayacağımız veriye odaklanacağız. Arkasından da benim çeşitli önerilerim elbette ki var. Yine önerim öncelikle ücretsiz olanlardan gençlerin diyebilirler ki bizim maddi koşullarımız uygun değil. İnanın şu an data visualization diye ingilizcesiyle, türkçesiyle veri görselleştirme diye girseler onlarca YouTube videosu ya da farklı kanallardaki içerikle karşılaşabilirler ve bunların bir kısmı gerçekten çok temelden anlatan kurslar ya da içerikler. Bunlarla başlamalarını öneriyorum. Hiç zor değil. Korkmamalarını öneriyorum. Dünyada da yapılmış araştırmalar var. Şöyle şeyler var. Gazetecilik, öğrencisiyim matematik bilmiyorum, programlama yazamam, hiç ilgisi yok. Bunun güvencesini verebilirim. Sosyal bilimciler çok güzel kod yazabilirler. Çok başarılı, çok temiz kod yazabilirler. Yeter ki korkmasınlar bir de ilk izledikleri kaynak belki kendilerine çünkü biz eğitimcilerin de birazcık kendimize iğneyi batırmamız gerekiyor belki. İlk izledikleri kaynak kendilerini soğutmasın lütfen. Yani belki bir kişinin bir kişinin benim anlatımımdan da çok hoşlanmıyor olabilirler. Ama alternatif başka başka, çünkü çok şanslıyız bu konuda dediğim gibi. İnternet ortamında onlarca kurs, onlarca içerik, hele ki ücretsiz olarak var. Bunlara bakmalarını ve bunlarla başlamalarını öneriyorum. Yine sadece hazır paket olarak yüklenmiş olan videolar yerine çeşitli online workshoplar düzenleniyor şu an. Bunları takip edebilirler. Etkili isimleri sosyal medya üzerinden takip edebilirler. Onların yaptıkları etkinliklere bakabilirler. Ve bence yapılmış veri görselleştirme örneklerini, veri gazeteciliği örneklerini, Türkiye’de de çok güzel yapılıyor. Ben gurur duyuyorum. Bazı öğrencilerimiz gerçekten bizi geçiyorlar. Yani fakültede bu dersleri alarak piyasaya giden ve gerçekten çok çok iyi, çok çok güzel içerik oluşturan öğrencilerimiz var. Daha iyi bir veri görselleştirmenin bir yolu da hem etkili toolları öğrenmek, hem bunun mantığını ve felsefesini işte dezavantajlı grupların da erişebileceği bir veri görselleştirme yapmak. Neden bahsediyoruz? Öyle bir içerik oluşturacağız ki yaşlılar, engelliler, onlar da çok rahat, o içeriği okuyabilecekler bilgi edinebilecekler. Yapılmış içerikleri takip etmek. Bu haberciliğin de ana kuralıdır zaten. İyi bir haber yazmanın kuralı çok fazla haber okumaktır. İyi bir veri görselleştirmeci ya da işte veri görselleştirme uzmanı ya da veri gazetecisi olmanın kuralı da yapılmış olan örnek çalışmalara bakmak ve onları takip etmekten geçiyor. Bir de toollar sürekli değişir. Onu söylemem gerekir belki. Dolayısıyla bir toolu öğrendim. Hayatım boyunca hayatım kurtuldu ya da bir programlama dilini öğrendim, bundan sonra hayatım kurtuldu diye bir durum yok. Güncel gelişmeleri, yeni toolları, yeni, alanla ilgili eğer seviyorsanız bu alanı takip etmeniz gerekiyor. Tekrar başa dönerek son kez bitirecek olursam neden sihirli bir değnek değil? Bu tür dersleri alan yirmi otuz kişiden, bir iki kişinin bu konuya hevesi var. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla nasıl ki herkes ekonomi muhabiri olmuyorsa, nasıl ki herkes parlamento muhabiri olmuyorsa, herkes de veri görselleştirmeci ya da veri gazetecisi ya da algoritmik haber yapan biri olacak diye bir durum yok. Ama bu konuya ilgisi olanlar için de bu kanalları açmamız gerektiğini düşünüyorum. İyi takip, etkili toolları öğrenme, yeni gelişmelere devamlı olarak bakma ve yapılmış çalışmalara, yapılmış görselleştirmeleri takip etmenin önemli olduğunu düşünüyorum.
Sinema ve Dijitalleşme
Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde görev yapan Doç. Dr. Hakan Erkılıç ile sinemanın dijitalleşme serüvenini ve dijital teknolojilerin uygulama alanlarını konuştuk.
Konu Başlıkları
- Sinemanın dijitalleşme süreci
- Dijital efektlerin sinemaya açtığı imkanlar
- Dijital efektlerin sinemadaki örnekleri
- “Color correction” uygulamaları
- Sanat sineması ve popüler sinemanın dijital teknoloji kullanımı
Deşifre için
Sinema ve Dijitalleşme – Hakan Erkılıç
Sinemanın dijitalleşme sürecinden bahsedebilir miyiz?
Öğrenciyken, yani sinema televizyon bölümünde okurken , pelikül bitecek, elektronik sinema, dijital diye bir kavramı bilmiyorduk biz. Elektronik diye bir şey vardı. Yirmi yılı oluyor. On yılı oluyor. O on yıl hiçbir zaman gelmedi, gelmedi. 90’ların sonunda birden o on yıl geliverdi ve elektronik ve yanında dijital diye bir kavramla geldi. Yani o küreselleşmeyle birlikte düşünmek lazım onu, ekonominin dijitalleşmesiyle yani bunlar bir bütün aslında. Sinema durup dururken dijitalleşmedi. Ya da sinemanın daha doğrusu iç dinamikleri dijitalleşmeyi getirmedi. Orada yanlış bir bilgi var. Tıp, yani sağlık alanı dijitalleşti. Ekonomi bankacılık, borsa dijitalleşti silah uzay bilmem ne sistemleri dijitalleşti. Yani bunlar dijitalleşince bir ekonomik ağ olarak sinema da mecburen dijitalleşmek zorunda kaldı. Yoksa hani bir yüzyıl daha pelikülle gider miydi? Giderdi. Hiç kimsenin de sorunu yoktu. Çünkü standartları tam oturmuştu. O standartlar önemli. Yani yapım, dağıtım, gösterim aksı oturmuş, yapım pratik süreci kendi içinde kurumlarıyla, kişileriyle işleyişiyle oturmuş. Dünyanın neresine giderseniz gidin marka model değişse de ister on 16 mm olsun ister 35 mm ister 70 mm bunu gösterebilirsiniz. Bu önemli bir şey. Yani küresel ekonomi anlamında da önemli bir şey. Endüstrinin işleyebilmesi için de önemli bir şeydi. Dolayısıyla laboratuar sistemleri de ona göreydi. Kurgu post-prodüksiyon da ona göreydi vesaire. Ama hani belki postta başka bir şeyler söyleyebilirim. Dolayısıyla bu sistem gidebilir miydi? Evet. Görüntü açısından bir sıkıntısı var mıydı? Hayır. Ama dediğim gibi yani o küreselleşmenin getirdiği dijitalleşmeyle birlikte yöndeşme kavramıyla birlikte ister istemez sinemanın da dijitalleşmesi gerekiyordu. Tekrar edeyim bu sinemanın kendi iç dinamikleriyle oluşan bir şey değildi. Bunu ilk kim gördü? Mesela Kodak gördü, Arri gördü. Kodak, tarihi yanlış söyleyebilirim, ama yaklaşık olarak söyleyeyim. 90’ların başında şöyle bir şey yapıyor Amerika’da, tüm büyük yapımcıları, yönetmenleri topluyor. Dünyadan, Avrupa’dan da belli sinema meslek kuruluşları temsilcilerini, akademisyenleri topluyor. Diyor ki biz on yıl içinde negatif üretimini durduracağız. Herkes isyan ediyor, Spielberg’inden Scorsese’sine kadar… Olur mu öyle saçmalık? Siz ne diyorsunuz? Şunu söylüyor. Dünya böyle bir yere gidiyor. Biz de buna göre önlemimizi alacağız. Önce fotoğraftan başlayacağız. Ama sinemaya da gelecek bu. Tekrar bir isyan dalgası başlıyor. Çok istiyorsanız fabrika kurarsınız, işletebiliyorsanız işletirsiniz diyor. Sonuçta bakın sinema bir endüstri, bir işletme alanı. Tamam, sanat, estetik falan da, endüstri ayağını görmezseniz, sanat ve estetik alanını göremezsiniz Oradan bakınca başka dinamikler belirleyici olabilir ve başka bir yorumlar yapabilirsiniz ki kendi içinde doğru ve tutarlı da olabilir bu. Ama endüstriyle birlikte okuduğunuzda iş değişiyor. Ha bunu seversiniz sevmezsiniz. Yani kapitalizm para falan filan çok sevilen kavramlar değil, ama sinema böyle bir şey. Diğer sanat dallarından farklı bir şey. Dolayısıyla o süreç yani Kodak önce fotoğrafta dijitale geçti. Sonra negatif üretimini durdurdu. Kameralar sistemleri değiştirdi. Arri önemli bir üreticiydi. Kamera ekipmanlar, laboratuvar üreticisiydi, dijitale geçmeye başladı ve biz böyle bir melez bir süreç yaşadık. Yani bir taraftan, yani şunu çözemediler çünkü. Gösterim ayağını çözemediler. Yani en son film perdede dijital nasıl gösterilecek kısmı fluydu. Kamerayı yavaş yavaş çözdüler. Post-prodüksiyon ilk hamlede dijitalleşti çünkü televizyon pratiğinden gelen elektronik tecrübesi orayı çok hızlı dijitalleştirdi. Ve post-prodüksiyon süreci, görsel efektleri, şusu, busu çok hızlı bir şekilde dijital oldu. Negatif çekiyorsun, dijitale aktarıyorsun, postunu yapıyorsun, tekrar negatife basıyorsun, gösterim kopyası oluşturuyorsun, ve filmleri gösteriyorsun. Bu ne zamana kadar sürdü? 2013’e kadar sürdü. 2013’te Amerika’da dağıtımcılar gösteri boyutu, yapımcılar hepsi oturdular. Bunu nasıl yaparız diye konuştular. Bunun bir maliyeti var. Bunu nasıl çözeceğiz diye konuştular ve bir noktalarda anlaştılar O tarih 2013’tü ve standartta DCP diye bir şey çıktı. Bunu kabul ettiler. Bu çok ciddi teknik mesleki örgütlerde tartışıldı. Alternatifleri tartışıldı. Televizyon yayıncılığı gibi uydudan mı gelsin? Bu tartışıldı. İnternet altyapısı çok ciddi burada aktörler var. Büyük paralar dönüyor. Onlar devreye girdi. Biz internetten ulaştırırız, şu an dijital platformda olduğu gibi, denildi. Bunların denemeleri yapıldı. Sonra dediler ki sistem olarak bu DCP evet yani hani daha yapılabilinir. Ve her yerde uygulanabilir bir şey oldu. 2013’ten sonra tüm pelikül diyeceğim şeyin dağıtımı bitti. Pelikülün dağıtımı bitince pelikülün üretimi bitti. Ve dijitalleşmeye geçmiş olduk. Yani orada bir ara geçiş dönemi var. 90’ların sonu 2000’lerin başından işte 2013’e kadar o süreç böyle şey gerçekten hani dijital sinema nedir ne değildi öğrendiğimiz süreç. Eğer belleğinizi yoklarsanız mesela DVD’lerin arkasındaki hep kamera arkaları olurdu. Bonus. Bu karar almışlardı o dediğim sistemde Amerika’da. Biz seyirciyi nasıl eğiteceğiz dijitalde ve kamera arkası çekimleriyle dijitalde ne tür pratikler yaptıklarını, postta neyi çözdüklerini, dijital kameralarla neler olabileceğini… festivaller yavaş yavaş dijital kamerayla çekilmiş filmleri almaya başladı, sonra ödüllendirmeye başladı, sonra bu Color Correction falan post çok hızlı ilerleyince teknik olarak da çok hızlı gelişti ve dijital sinema dediğimiz pratik yapım, dağıtım, gösterim ayağı hep birlikte dijitalleşince de gerçekleşmiş oldu. Dolayısıyla bu post sinema tartışması doğru bir tartışma değil. Yani sinema ölmüyor. Sinema evet bir değişim geçiriyor. Kopuş da demek doğru değil. Çünkü bu belli birikim var. O birikim üzerinden evriliyor. Bir evrim diye bakmak lazım buna ve o birikim üzerinden yeni bir arayış içine giriyor. Dolayısıyla post-pelikül çok doğru bir kavram. Ama post sinema şu anki sinemayı inkar anlamına gelir. Doğru bir tanıma götürmez bizi.
Dijital efektlerin sinemaya açtığı imkanlardan bahsedebilir miyiz?
Bunlar yapılmayan şeyler değildi. Pelikülle de yapılıyordu. Zahmetli işlerdi, daha masraflı işlerdi, uzun erimli işlerdi. Laboratuvar süreci kısıtlıydı ama belli şeyleri yine yapabiliyordunuz. Ama dijitalleşince birçok şey çok daha rahat yapılabilir, erişilebilir oldu. Zaman ve ekonomi çalışmaya başladı. Öncelikle mesela Mini Dv ile çekim yapıyorlardı. Onu aktarıyorlardı. Film look denilen bir şey oldu. Ya 16’yı 35’e çevirmek gibi Mini Dv’yi 16 ya da 35’e çevirip işte öyle gösterimler falan yapıldı. Ama şimdi tamamen dijitalleşince biz neyi gördük? Şunu gördük Kamera olmadan da film çekebiliyorsunuz. Objektif önü gerçekliğine ihtiyaç duymadan bunu realize edebiliyorsunuz. O realize ettiğiniz şey yani bilgisayarda yarattığınız görüntüler işte CGI’ya gidiyor. Bilgisayar temelini yaptığınız tüm bindirme, renklendirme, hareket takipleri, performans yakalamalar ve bunların çeşitleri bir sürü var, bunlar da görsel efektler. Visual effects dediğimiz şeyler. Kamera önü görsel efektleri de var, karıştırmamak lazım. Yani patlamayı ayarlarsınız, yaparsınız, onun uzmanları var, görsel efekt uzmanları. Kameranın gerçekliğini fiziksel olarak da yaratabilirsiniz. Kaza sahnesini, dublörler var, ona uygun, eğitilmiş uzmanları var. Araç nasıl takla atacak? Nereden düşecek? Şu olacak, bu olacak. Çekebilirsiniz. Riskleri çok fazla. Ama bunu şimdi bilgisayarda yapıyorsunuz. Öyle bir foto gerçeklik yakaladılar ki reelden ayırt edemiyorsunuz. Ve bunları çok iyi ya da reelle bilgisayarda üretilmiş görüntü ve efektleri çok iyi ne yapabiliyorsunuz? Birleştirebiliyorsunuz. Bu neyi getiriyor? O zaman düşünüyorsunuz. Ben bir yaratıcıysam tahayyül ettiğim şeyi en işlevsel şekilde, en estetik şekilde nasıl oluştururum? Şimdi buradan bakmak lazım. Bir şeye karşı olmak, ya ben onu çok anlamış değilim yani. Mesela dijitale karşıyım. Olsan ne olur? Hani bak Side by Side diye bir belgesel var. İnternette var. İsteyen izleyebilir. Tam bu değişim dönemini anlatıyor ve işte birileri itiraz ediyor, öbürü öyle diyor, şöyle diyor, böyle diyor. Onların diyenlerin hepsi şu an dijital çalışıyor. Ya böyle bir hani bu bir realite yani. Hani beğen beğenme. Hani ilk başta şöyle bir şey vardı. Haklı olabilirlerdi. Özellikle görüntü yönetmeninin itirazları vardı. 35 mm’nin siyah doygunluğuna ve renk skalasına yaklaşmıyordu. Şu an onu geçti. Şimdi o çözüldü yani ve şunu test etmişlerdi ta o dönem. Ya ben Mini Dv ile mi gösterdim? HD ile mi gösterdim? Ya da işte o zaman 2K, daha 4K yok. Sıradan vatandaş seyirci bunu fark etmiyor ki. Yani o terbiyeyi almış görüntü yönetmeni post-prodüksiyonda çalışan görüp anlıyor. Ha burada bir şey var diyor. Bak bunun renk doygunluğu, siyah dengesi öyle değil bu. Tamam. Kaç kişi? Alan profesyoneli bir kenara, kimse yok. Diğerinde zaten teknik olarak cihazlara bağlayacaksınız, ölçeceksiniz falan filan Wavefront’ta göreceksiniz. Dolayısıyla zaten sıradan seyircinin renk, siyah dengesi falan gibi bir derdi de yok yani. Ve bunu test etmişler Amerikalılar. Göstermişler. Seyirciden hiçbir tepki almamış. O zaman yapımcı diyor ki ya zaten ekonomik oluyor bu, derdimiz ne? Alan profesyonellerinin itirazları vardı. Şu da çözüldü şu an. Şu an 16K’dan bahsediyoruz. Bırakın 4K’yı. Projeksiyonda daha 4K’ya gelmedik ama yani geldik de yaygınlaşmadı. Şu an 2K sinemalarda bizde öyle. Dünyada bir sene 4K şu an tüm projeksiyonlar DCP’lerin. Bizde 2K, yatırım çok pahalı, kendini amorti etmiyor, bir destek yok. Dolayısıyla işletmeci ne olacak? Onun parasını çıkaracak da kara geçecek de kredi bulacak da 4K’ya yatırım yapacak… O büyük olasılıkla 4K’ya yatırım yaptığında 8K, 16K falan çıkacak. Yani şimdi bir de böyle hızlı gidiyor. 16K şu an prototip olarak var. Denenen kameralar var. Piksel piksel çalışıyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Flu mu çektin? Hiç sorun değil. Ceketin rengini mi beğenmedin? Hiç sorun değil. Arkadaki renk? Hiç sorun değil. Elimin hareketi hızını mı beğenmedin? Hiç sorun değil. Çünkü piksel piksel bunları çalışıp piksel piksel müdahale edebileceğin bir noktaya gidiyor. Yani bizim okulda öğrettiğimiz birçok şey ne yazık ki anlamını yitiriyor. Teknoloji bir de böyle bir şeyi getiriyor. Ama hani halen onun arkasında bir beyne ihtiyaç var. O beyni eğitmek gerekiyor. Sıkıntı zaten o beyni eğitip eğitemememizde, yani onun entelektüel birikiminde, estetik birikiminde, sanat tarihi birikiminde, dünyayı ve Türkiye’yi okumasında, işte o beyin, o araçla ne yapabilir? Şimdi ona bakmak lazım.
Dijital efektlerin sinemadaki örnekleri nelerdir, bu süreç nasıl işlemekte?
Kalabalıklaştırmadan başlayalım. Normalde bir stadyum çekeceksiniz, ne yapacaksınız? Altmış bin insanı oraya koyacaksınız, değil mi? Oturuyor, yüz kişiyi çekiyor. Yüz kişiyi farklı şekillerde çekiyor, yüz, yüz, yüz. Elbisesini falan değiştiriyor. Renkleriyle oynayabiliyor, illa değiştirmesi de gerekmiyor. Sonra bunları stadyumun etrafına bir yayıyor. Sen altmış bin kişi, vovv diyorsun, gitmiş, çekmiş, konser çekmiş ya da maç çekmiş. Şimdi, işin ekonomisini düşünsene, altmış bin kişinin prodüksiyonuyla uğraşmak ayrı bir dert. Onları yönlendirmek ayrı bir dert. Ama yüz kişiyle bunu yapmak, eylemek çok kolay. Forrest Gump, bunun çok güzel örnekleri var. Kamera arkası var. Yani isteyen internette bulup izleyebilir. Çok net. Bu tüm savaş filmleri, aksiyon filmlerinin çoğunda bu var. Çok net görürsünüz. Yani çok az kişiyle ve onları farklı şekillerde kullanarak çok büyük bir kalabalığı büyük bir sahneleri örgütleyebilirsiniz. Bu para ve zaman demek. Sinema için çok önemli bir şey. Kalabalık bu. Şekil değiştirme, morphing. Terminator II en iyi örneklerinden biri, çok farklı örnekleri de var. Görsel olarak o kadar müdahale ediyorsunuz ki, şekil değiştirerek başka bir şeye bürünebiliyor O Terminator’deki ikinci gelen şeyi düşünün. Yok ediciyi. İşte zeminden oluyor, polisin kılığına gidiyor. Zaten niyeyse onlar çıplak geliyordu filmde. En yakın kimi görürse onun giysilerine giriyordu. İşte eli normal el kılıca dönüyordu falan. Bunları şu an çok yapmak mümkün ve bunlar filmin estetiği ve anlamı için de büyük şeyler ifade etmeye başladı. Performans yakalama şimdi orada da oyun motorları devreye girdi. Yani daha uç bir noktaya gitti iş. Oyun teknolojisi ve endüstrisi şu an sinema endüstrisinin önüne geçmiş durumda. Hem teknolojik olarak, hem yarattığı ekonomi olarak, çap açısından. Buradan da melez yapılar çıkıyor, anlatılar çıkıyor. VR da bunun içine giriyor. Şu an böyle bir gerçekten hibrit bir yere gidiyoruz. Bir de bunu gerçekten okuyanlar için gidiyoruz. Okuyamayanlar için zaten halen kamerayla yüz seksen derece, otuz derece kuralı çalışmıyor. Halen oradayız yani. Bir açıdan da hani şuralardayız. Ama bir açıdan da buralardayız. Yani makas çok açılmış durumda. Performans yakalamada da stüdyoda, yeşil perde önünde bir oyuncuya canlandırdığı yaratık, karakter neyse onun hareketleri yaptırılıyor. Dolayısıyla oyuncunun mimik ve hareketleri sensörler aracılığıyla bilgisayara aktarılıyor. Anime edilen karakterde de çok gerçekçi bu sefer hissi yakalıyorsunuz. Kutup Ekspresi diye bir animasyon filmi var. Mesela orada da var. Tom Hanks stüdyoda bilfiil oynuyor. O animasyon her şeyini oynuyor. Ve o şeyi izlediğinizde işte o Noel Baba oluyor, tren görevlisi oluyor, hırsız oluyor, hepsini canlandırıyor, hepsinde ayrı karakter var, bilfiil eylemleri yapıyor. Ama o performansın hepsi o animeye aktarıldığı için animedeki duyguyu daha farklı yakalıyorsunuz. Gerçekliği daha fazla hissediyorsunuz. Bu da birçok şeyi daha işlevsel ve kolay kılıyor. Ya da işte dijital backlot. Yani bizde bir türlü niyeyse anlaşılmayan ama şu an dijital platformlardaki Kulüp gibi dizilerden uygulamaya geçen daha önce Cem Yılmaz’ın filmlerinde Arog’da Gora’da Arif V216’da çok net kullanılan, Fetih 1453’de de kısmen kullanılan yapı… Normalde kamera önü gerçekliğinde ya gideceksiniz gerçek mekanda çekeceksiniz ya da dekor kuracaksınız. Bu stüdyoda kurabileceğiniz gibi açık alanlarda da olabilir. Yani bizde plato geleneği olmadığı için işte kundura fabrikasından stüdyo yapıyorsun, Seka fabrikasından plato kuruyorsun yani. Geldiğimiz nokta burası. Şimdi bu buralarda yapılıyor iş aslında ve stüdyoya ihtiyaç var. Yani büyük stüdyolara kapalı stüdyolara ihtiyaç olduğu gibi açık stüdyoları kurabileceğiniz geniş alanlara ihtiyacınız var. Burnumuzun dibinde Bulgaristan’da Nu Boyana diye bir stüdyo var, Londra’da var, New York’ta var, sokak olarak kurmuşlar. Fransız’ın, Paris’in sokağı da var. 16. yüzyıl bilmem bir Avrupa’dan köy de var, Roma devrini de inşa etmişler, açık platolar. İnsanlar gelip orada çalışıyorlar. Şimdi bu da yetmiyor. Niye yetmiyor? Hem ekonomik anlamda sıkıntılar hem de işlevsel olarak yetmiyor. Bunların bir kısmını ne yapıyorsunuz? Dijitale aktarıyorsunuz. Yeşil perde uygulamaları işte bindirmeler, kompozitingler vesaire. Yani aslında biz filmde gördüğümüz bir plan beş altı başka uygulamanın bir araya gelmesiyle oluyor. Kompozitlik o işe yarıyor. Bunları birleştiriyor, bir araya getiriyor. Gerçek görüntüler ile sanal görüntüleri, stüdyodaki çekimleri bir araya getiriyor, birleştiriyor. Siz evden yürüdü çıktı diyorsunuz ama ev öyle bir ev yok aslında. Bir kısmı reel çekilmiş, bir kısmı stüdyoda yapılmış. Bir kısmı tamamen bilgisayar ortamında üretilmiş. Bunları bir araya getiriyorsunuz.
16.45 Color correction uygulamalı dijital olarak nasıl gerçekleştiriliyor?
Color correction o aldı başını başka bir yere gidiyor. Postta en rahat ilk onu keşfettiler zaten. Yani bizim endüstri açısından söylüyorum. Çünkü, işte pozlama hatalı, postta çözeriz, şu hatalı, postta çözeriz, bulut lazım, postta çözeriz. Ama onun ötesinde bir işlevi var. Onunla ilgili de çok merak edenler varsa Coen kardeşlerin Neredesin Be Birader? diye bir film var. Onun kamera arkasında o yine dediğim pelikül dönemine ait bir film. Tam o geçiş döneminin filmleri Roger Deakins, önemli bir görüntü yönetmeni. Sepyaya yakın böyle kuru ağustos böyle uçuk sarı bir renk elde etmek istiyorlar ve filmin bütününe bunu yaymak istiyorlar. Roger Deakins sinemayı iyi bilen biri. Laboratuvara da hakim. Gidiyor, testler yapıyor. Diyor ki yani ben laboratuvarda bunu bir noktaya kadar getiririm ama yani yönetmenin istediği olmuyor yani. Hani bir noktada kalıyorum, o ara bu dijital laboratuvarlar stüdyolar yaygınlaşmaya başlıyor. Onlar birden çağrı alıyor. Gelin bir deneme yapalım. Bizde böyle böyle renkli uygulamalar var. Meraktan gidiyor. Oturuyor. Renk düzeltici ile bunu böyle mi yaparız? Kırmızıyı alır mıyız? Sepyayı şöyle mi çözeriz? Mavi böyle mi olur? Renk skalası şöyle mi olur? Burayı bilmem ne yaparız. Diyor ki yani ben bunu şeyde çözemiyorum, laboratuvarda çözemiyorum. O zaman ne yapacağız? Filmi tamamını 35 ile çekeceğiz. O zaman 35 çekiliyor, pelikül yani, Sonra aktaracağız, dijital sürecinden geçecek. Postta da biz tüm rengi, efektleri, kurguyu bitireceğiz. Ve bu iş böyle başlıyor. Şu an başka bir noktaya gitti. Da Vinci’nin Resolve’u kullanılıyor bu işle ilgili. Onun en basit şeyi ücretsiz olarak kullanabilir. Yani montajı da çok rahat çözebilirsiniz ve renk color correction’a geçiş de çok rahat yapabilirsiniz. İstekli ve hevesli olmak lazım. Yani bunların doğru dürüst eğitimi var mı? Belki görsel iletişim tasarım bölümlerinde ne kadar veriyorlar bilmiyorum. Sinema bölümlerinde ise işte böyle kısmen ilgili hoca varsa ilgili öğrenci varsa denk geliyor. Biz mesela Maya dersi açmıştık. Öyle bir arkadaşı bulmuştuk. İki üç dönem gitti kaldı çünkü şey, altyapı yetmiyor, işte öğrenci sirkülasyonunda sorun var falan. Yani bu biraz hevesle ilintili bir şey. Ne yapmak istiyorum? Bunun yanıtını biliyorsan hani öğrencinin elindeki bilgisayar da kamera da, okuldakinin çok çok önüne çıkıyor olabilir. Yani burada da benzer örnekler yaşıyorsunuzdur.
Sanat sineması ve popüler sinemanın dijital teknolojilerden yararlanırken farklılaştığını düşünüyor musunuz?
Ya aslında değişmemesi lazım. Çünkü sonuçta bunlar sinemanın nasıl diyeyim, aygıtları. Yani kamera neyse, Video FX de o bence, CGI da o. Bir yönetmenin bunları biliyor olması lazım. Bir yapımcının bir yapımı bütçelerken, prodüksiyonu yaparken neyi nerede, nasıl çözeceğini biliyor olması lazım. Yönetmenin vizyonuyla, yapımcının olanakları aslında bunları nasıl kullanıp kullanmadığını getiriyor. Ama bizde şöyle bir algı var. Yanlış bir algı. Çok indirgemeci bir bakış, işte bu ana akım sinema, popüler sinema, tecimsel sinema kötü, işte Marvel’ler falan filan patladılar yaratıklar geldi. Star Wars falan kabul edilebilir, Yüzüklerin Efendisi de. Diğerleri falan hani böyle tukaka! Ama öyle değil. Yani aslında bu biraz önce konuştuğumuz her şey bu filmlerde denenip yaygınlaştırılan şeyler. Ve o dijital backlot dediğimiz kısım sizin burada da yeşil perdeniz var, yani yeşil perde uygulamaları falan, her yani Arthouse ya da ana akım olup olmamasından bağımsız olarak herkes yaratıcı bir şekilde bunu kullanabilir. Bizde sıkıntı ne? Bizde sıkıntı şu. Ana akımda çok iyi filmler ne yazık ki çok fazla çıkmıyor. Tekil örnekler var. İşte Cem Yılmaz’ı istisnai koyuyorum. O bu anlamda kafa da yoruyor. Arthouse’a geldiğinizde de bütçeler o kadar sıkıntılı ki bir, bilgi eksikliği var. İki, zaten parası olmadığı için hani orayı görmüyor bile. Yani yeni yeni hani buralarda da bir şeyler oluyor biz ne yaparız diye bakanlar var. Video FX ve CGI arthouseda bizde şey boom göründü sil. İşte mekanda antenler görünmeyecek, sil. Kablo oradan çıkmış, ay ay ay, onu sil falan böyle bu çok ilkel bir yerden bakıyorlar. Aaa çok seviyoruz, siliyor, kurtuluyoruz diyor. Çünkü o düşünsene onu yeniden çekecek falan yeniden kuracak orayı hani. Bunu görmüş ama, bu en basit düzlemi. Bu değil ki. Ya orada çok yaratıcı bir işlev var. Filmin anlatısına dramatik örgüsüne, estetik yapısına çok ciddi katkı sağlayacak bir durum var. Şimdi bu biraz bütçeyle, biraz vizyonla ilintili bir şey. Ana akımda da orada da iki aks var. Ya böyle çok büyük prodüksiyonlar olacak. Onlar da üç yılda, beş yılda bir oluyor. Bir de bu TRT dizileri var. Onlar zaten reel yapıyorlar. Neyse öyle bir alışkanlık kurdular. Hani bu işin bu kısmına bakmıyorlar. Yeni yeni bir şeyler oluyor bizde de, kıpırdamalar var. Iguana Tokyo orada bayağı var mesela bu, mesele Rüya’da var. Yani birçok film sayılabilir ama daha böyle çok küçük düzeyde, minimal düzeyde arthouseda gidiyor. Bir de arthouseda şöyle bir algı var. Hani biz daha bir gerçekçi, hani o da çok tartışılır bir kavram da, sinema yapıyoruz. Dolayısıyla öyle dijital, sanal falan, FXler, CGI bize uymaz. Hani yani niye uymuyor? Onu anlamıyorum. Nelerini bozuyor? Hangi ahlaklarını bozuyor Bunların onu bilmiyorum. Çünkü gerçekten bilseler ve prodüksiyonu baştan bütçeyi olanakları ona göre kursalar bizim çok yaratıcı arthouse yapımlarımız da çıkabilir. Çünkü çok işlevsel bir şey.
Sinema ve İnteraktif Deneyim
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Görevlisi Bilal Çakay ile sinema anlatısı ve interaktif deneyimin açtığı imkanlar üzerine konuştuk.
Konu Başlıkları
- Oyun anlatısı ve sinema anlatısı arasındaki farklar
- Sinema endüstrisi ve oyun endüstrisi arasındaki ilişki
- İnteraktif deneyim ve çeşitli medya ürünlerinde kullanım alanları
- Teknolojik gelişmelerin interaktif anlatıya etkisi
- İnteraktif deneyimde karakter unsuru
- İnteraktif deneyim tasarlanırken kullanılan araçlar
- Filmlerde interaktif deneyim
- Türkiye’de interaktif sinema örnekleri
- Alanda kendini geliştirmek isteyenlere öneriler
Deşifre için
Sinema ve İnteraktif Deneyim- Bilal Çakay
Oyun anlatısı ve sinema anlatısı arasında farklar var mıdır?
Oyun anlatısı nedir konusu tartışmalı bir konu. Burada iki yaklaşım var. Anlatıcı yaklaşım ve oyun tabanlı yaklaşım diye tanımlayabileceğimiz iki yaklaşım var. Oyun tabanlı yaklaşımda deniliyor ki oyunlar her şeyden önce kural tabanlı yapılardır. Dolayısıyla aslında oyunda has olan şey kuraldır diyorlar. Öte taraftan anlatı geleneği ise aslında oyunların tıpkı sinema nasıl daha sonradan ortaya çıkıp anlatı kuramlarının bir parçası olduysa oyunları bu yaklaşımın
devamı olarak görüyorlar ve bu iki yapı birleşince yani hem oyunların bir taraftan kural tabanlı yapıları bir taraftan da oyunların hikâye anlatmaya çalışması aslında oyunlara has bir anlatı geliştirmiş oluyor.
Sinema endüstrisi ve oyun endüstrisi arasında bir bağ kurulabilir mi?
Yani bu işin tarihine baktığınızda özellikle seksenlerde bunu bu yakınlaşmayı çok açık net bir şekilde görüyoruz. Belki buradaki ilk filmlerden bir tanesi Tron adlı film. 1982’de yapılıyor. Filmin yönetmeni o günün dünyasında çok meşhur olan arkada oyunları var. Arcade oyunları ne aslında? İşte bozuk parayla oynanan aslında bir oyun makinası ve o günkü görsel dünya, arkada oyunların görsel dünyası, çok renkli grafiklerden oluşan bir dünya ve filmin yönetmeni oradaki dünyayı filme yansıtmak için o dünyayı birebir aslında tercih ediyor. Bunlara aslında baktığınızda bin 1980’lerden itibaren yani oyunu merkeze alan veyahut oyun alıntısına yakın filmleri merkeze alan filmler böyle şey son derece gelişkin bir şekilde yaygınlık kazanıyor. Çünkü buradaki temel mesele oyunların sağladığı ekonomik başarı. Yani nasıl romanlar çok satıyorsa film uyarlaması oluyorsa, aynı şekilde sinemacılar çok satan oyunların film uyarlamalarını yapıyorlar ve bunu yaparken de bu oyunlara has, görsel anlatı stratejilerini filmlerde tercih etmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla endüstri bir yakınlaşma olduğu gibi film şirketleri, bu oyun şirketleriyle ortaklaşa hareket ediyorlar. Çünkü her ikisi de bu entertainment denen dünyanın bir parçası.
İnteraktif deneyim nedir? Hangi medya ürünlerinde interaktif deneyimleri görebiliyoruz?
Deneyim, interaktiviteyi tam olarak nasıl hangi ortamlarda deneyimliyoruz? Bir kere bütün alametifarika işte hani MacLuhan’ın dediğini ortam mesajın kendisidir. Yani ortamın kendisi
bilgisayar ortamının kendisi etkileşimi zorunlu kılıyor. Dolayısıyla orada üreteceğiniz her şey aslında bu herhangi bir şey olabilir doğrudan sizin etkileşiminizle harekete geçiyor. Bu yüzden aslında bütün şu anda içinde bulunduğumuz çağda da her şey o tabanlı olduğu için interaktivite bir tarafıyla bu ama öte taraftan bununla birlikte geliştirilen yazılımlar, özellikle VR, interaktif filmler aslında bunun bir parçası, devamı sadece bu da değil. İşte sosyal medya kullanımı, işte habere yorum yapabilmek, işte tutun da paylaştığınız fotoğrafa yorum alabilmek kadar yani bütün bir şeyin interaktivite ile şekillendiği bir dünyanın içindeyiz.
Teknolojik gelişmeler, interaktif anlatıyı nasıl etkiliyor?
Yani işte bu teknolojik gelişmelerin interaktif anlatıyı nasıl etkilediğinin yalın örneklerini aslında şeyde görebiliriz ya dünyanın ilk önemli film festivallerinden biri biliyorsunuz Venedik ile başlıyor. Venedik Film Festivali 2017’de VR filmleri kapsama alanını alıyor yani ayrı bir bugün, bir başlık var. Aynı şekilde 2019 yılında Cannes Film Festivali de XR adı altında bir başlık açtı. Bu iki film festivalinin bunu yapması şu açıdan önemli. Çünkü yirminci yüzyıl denen zaman dilimi içerisinde sinema bütün o yüzyılı etkileyen değiştiren bir yapıya sahipti ve bu iki önemli festival yeni bir yüzyılın şafağındayız, yirmi birinci yüzyılın başındayız, ve aslında olabilecek olan şeyleri öngörmeye çalıştıkları için bunları ana bir başlık olarak dahil etmeleri aslında pek çok şeyin değişeceğinin, değiştiğinin bir göstergesi.
İnteraktif deneyimde karakter unsuru farklılık göstermekte midir?
Tabii ki şöyle değişiyor. Şimdi normal bir… herhangi bir anlatıda ister bir kitapta ister bir filmde, normalde siz pasif izler konumdasınız ve oradaki seyirci mekanizması nasıl? Perdede seyrettiğiniz karakterle bir özdeşleşme mekaniği kuruyorsunuz ve onun üzerinden anlatıya duygusal olarak dahil oluyorsunuz. Fakat bu tarz yapımlarda buradaki temel mesele bu.
Yani siz burada bir anlatının parçasısınız ve siz bilfiil müdahale ederek onu değiştirerek dönüştürerek ona katılmış oluyorsunuz. Dolayısıyla burada aslında seyirci değilsiniz, burada kullanıcısınız, burada oyuncusunuz, burada anlatının bir parçasısınız bir parçasısınız.
İnteraktif deneyim tasarlanırken hangi araçlardan yararlanılabilir?
Şimdi bu konuda özellikle şey, bu belki bu mesele ilgisi olan arkadaşlar muhakkak biliyorlardır. Oyun motorları var. Aslında oyun motorları dediğimiz şey neyi sağlıyor diye veyahut neden motor deniyor? Normalde herhangi bir işte 3D programda siz herhangi bir işte fonu tasarlarsınız onun hareketlerini falan yaparsınız. Yapacağınız her şeyi sizin yapıyor olmanız gerekiyor. Fakat bu oyun motorlarında size o dünya sağlanıyor. Yani işte fiziksel gerçeklik, güneşin açısı, ışığı gibi bir sürü şey siz eskiden bunlara tek tek girmeniz gerekirken Unreal Engine veyahut Unity’de bütün bunların aslında o program sayesinde otomatik olarak gerçekleşiyor yani güneşin yerini değiştirdiğinizde işte sandalyenin gölgesinin yeri otomatik olarak değişiyor. Bu da size ciddi bir ne sağlıyor, bir hız imkânı sağlıyor. Bu anlamda özellikle bu alanda bu alanın gelişmesinde Unreal Engine The Matrix Awakens oyununu oynayanlar veyahut ilgilenenler varsa eğer bakarlarsa bu oyun motoruyla yapılan bir filmden bahsediyoruz. Dolayısıyla post-prodüksiyon aşamasında özellikle VFX alanında işte
bizim bugün deepfake fx olarak diye başlı başına artık bir alan var. Post-prodüksiyon alanında şu an bunun tam böyle başındayız ve özellikle görsel efekt alanında nuke kullananlar ki nuke, görsel görsel efektin amiral gemisi bir program. Bu programın bir plug-in ile şu anda artık Unreal Engine ile senkron çalıştığını görüyoruz. Dolayısıyla yeni programlar var. Bu alanda hakikaten gelişmek isteyen insanlar için çok açık bir alan. O yüzden ben buradan belki de en temel duyurunun bu alana ilgisi olun bütün arkadaşlara özellikle bu bölümde okuyan insanların bu anlamda teknik becerilerini muhakkak surette geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum.
06:33 Filmlerde interaktif deneyimlerden söz edebiliyor muyuz?
Late Shift filmi 2016 yılında gösterime girdiğinde bu alanda bu oyun türü alanında, bu oyun türü de ne, full motion video olarak adlandırılıyor. Tam hareketli video. Doksanlarda denenen, iki binlerde denenen ama o yeterli etkiyi yaratamayan bir türdü bu çok ciddi bir etki yarattı. Bu oyun türünü kısaca açıklamak gerekirse normalde bilgisayar oyunu dediğimizde hepimizin aklına bilgisayar grafiklerinden oluşan görüntüler gelir. Fakat bu oyun türünün temel meselesi filmi almış gerçek görüntülere, çeşitli oyun unsurları koymak. Dolayısıyla burada siz bu tarz bir oyun oynadığınızda normal bir bilgisayar oyununda işte vurduğunuzda, düştüğünüzde oradaki şeyin bir bilgisayar kahramanı olduğunu, gerçek olmadığını bilirsiniz.
Fakat bu oyun türünde sizin yaptığınız bütün müdahaleler bilfiil gerçek bir insan üzerinde oluyor. Dolayısıyla bu yüzden etkileşim ve özdeşleşme pratiği çok daha üst düzeyde ve bu film ilk baştaki gösterim stratejisi dediğim gibi sinema sinemayı hedeflediği için her şeyden önce ilk başta film festivallerinde gösteriliyor. Ardından sinema salonlarında çeşitli ülkelerin gösteriliyor ve en nihayetinde bizim kullanabileceğimiz şeye geliyor. İşte şeylerin önemli oyun platformlarının mağazalarında satışa sunuluyor. Biz bu noktadan sonra deneyimleyebildik. Çünkü bu film Türkiye’de Türkiye’deki sinema salonlarında gösterime girmedi. Fakat gösterime girilen sinema salonlarındaki izleyici yorumlarını okuduğunuz zaman özellikle sinemanın geleneklerine bağlı izleyicileri şoke eden onlara sıra dışı bir deneyim yaşatan bir filmden bahsediyoruz. Çünkü film sinema salonunda
oynadığı zaman o ilk başta seyirciler özel bir WİFİ ağına bağlanıyorlar telefonlarıyla ve filmdeki tercih anları telefonlarına karar olarak düşüyor ve seyirciler o kararları verdiklerinde yazılım seyircinin çoğunluğuna göre tercihi bir sonraki sahneye doğru ilerletiyor.
Dolayısıyla bir sinema filminde normalde biz perdede bütün olup bitenleri seyrederiz. Fakat burada seyirciler, bir bütün olarak ortak bir anlatıyı inşa ediyorlar. E bu da sinema salonundaki seyir pratiğinde aslında yeni bir topluluk biçimini ifade ediyor. Klasik izleme pratiğinin dışındaki bir topluluk biçimini ifade ediyor. Bu anlamda burada temel olan şey belki de tanımlamakta veyahut burada ifade etmekte zorlandığım şey de bu. Bütün literatüre baktığınızda bütün literatürün yirminci yüzyıl sineması üzerine tanımlandığını, konumlandırdığını görüyoruz. Auteur kuramdan tutun da işte seyircinin konumuna kadar. Oysa buradaki auteur kime diyeceğiz? İşte bütün bu kavramları, bütün bu tanımları
aşan, onları bozan bir yerde olduğu için bu meselenin kendisi henüz hem akademik anlamda, tam olarak taşların yerli yerine oturduğu bir alan değil. Şey gibi düşünebiliriz bunu yani 1922’ye gitsek, 2022 yılındayız üç sene önceye gitsek ilk akademik makale 1916’da yayımlanıyor ve sinemaya PhotoPlay diyorlar. Yani oynayan fotoğraflar. İlk akademik makale psikoloji alanında yazılmış bir metin ve sinemanın tanımlanması bu. Düşünsenize PhotoPlay diyorlar. Yani kavramların yerine oturmasını için zamana ihtiyaç var. Bu yüzden çağı yakalamak için, içinde olan bu değişimi anlamak, kavramak için bu yeniliklere açık olmak gerekiyor. Bunların farkında olmak gerekiyor.
Türkiye’de interaktif sinema örnekleri var mı?
Yakın zamanda Eray Dinç var. Eray Dinç önemli biri. Aynı zamanda akademisyen de.
Ben onu kısa filmleriyle tanıyordum. O özellikle bu oyun sinema ilişkisi üzerine Recontact İstanbul serisini başlattı. Sonra Recontact Londra diye bir çalışması oldu. Eray Dinç’in yanı sıra şu anda çok daha yeni olan, işte bir interaktif film çalışması var. Yakında bir genç bir arkadaşımızın, bir YouTuber’ın bir sayfası var. Filmler ve filmler diye. Bir interaktif film denemesi yaptılar. Ben de merak ediyorum. Bu yirmi bir Ekim’de satışa sunulacak. Uzun işte geçtiğimiz Şubat’tan bu yana uğraşıyorlardı. İşte sürekli şu tarihte yayınlanacak bu tarihte yayınlanacak. Çok yeni, çok şeyler var ve bizden örneklerin olması da açıkçası çok sevindiriyor beni. Çünkü hani yeni bir yüzyılın şafağındayız her anlamda. Ve bir önceki yüzyılda dönüp baktığınızda bir sürü şeyi ıskalamışız ama en azından umuyorum ki bu yüzyılda en azından biz de hem Türkiye akademisi hem öğrencileri bütün bu hengamenin içinde bile olsa bence umarım çağı yakalarız ve bu alanda üretimlerde bulunuruz.
Alanda kendini geliştirmek isteyenlere önerileriniz var mı?
Ben bunu izleyecek olan arkadaşlara bu alanda muhakkak surette çalışmaları gerektiğini söylüyorum ve artık şunu da bilsinler ki yani ben öğrenci olduğum dönemde ben 2005’te iletişim fakültesi okudum ya bu kadar fazla tutorial, bu kadar fazla öğrenme imkânı yoktu. Yani bugün üniversitenin kimliğinin de değiştiği bir şey. Çünkü üniversitedeki hocalardan çok daha iyi bir şekilde özellikle pandemi sürecinde mesela bu alanın uzmanlarının açtığı dersler oldu. Dolayısıyla artık üniversite bilgiyi aktaran yerin tekeli değil. Belki 90’larda öyleydi 2000’lerin ortalarında öyleydi yani üniversiteye gitmek zorundaydınız. Fakat şimdi aslında o bilgiyi çok daha iyi başka yerlerden alabileceğiniz kanallar var. Dolayısıyla belki üniversiteler de bu anlamda asıl işlevlerine yani araştırma yapma işlevlerine döner yani her anlamda yani hem akademi hem üretim alanlarının tamamının değiştiği dönüştüğü bir yüzyıldayız. O yüzden herkes bence uyanık olsun.
Gelenekselden Dijitale Radyoculuk
TRT Radyoları’nda içerik üreten Kurtuluş Özyağcı ile dijitalleşen radyoculuk deneyimi ve pratikleri hakkında konuştuk.
Konu Başlıkları
- Geleneksel radyoculuk pratiklerinin dijital çağda değişimi
- Dijital radyo programlarında dinleyici ile iletişim
- Dijital radyoculukla gelen program türlerindeki değişiklikler
- Dijital platformda yayımlanan radyo programlarında reklamcılığın değişimi
- Herkes podcast yayını yapabilir mi?
- Kurumsal olarak, TRT’nin dijitalleşme stratejileri
- Dijital gelişmelerin yayıncılığa getirdiği kolaylıklar ve zorluklar
Deşifre için
Dijitalden Geleneksele Radyoculuk- Kurtuluş Özyazıcı
Geleneksel radyoculuk pratiklerinin dijital çağda değişime uğradığını düşünüyor musunuz?
Tabii hala geleneksel radyo dinleniyor ama bunun sayısı gittikçe azalıyor. Artık biz radyodan çok ses iletisi üstüne konuşuyoruz. Özellikle insanların YouTube aracılığıyla ya da Spotify aracılığıyla aslında müzik dinlemeleri de ya da programları dinlemeleri de bir anlamda günümüzde radyo dinlemek anlamına geliyor. Aynı şekilde uygulamalarla podcast
uygulamalarıyla, podcast yayıncılığıyla radyo yayıncılığı değişmiş durumda. Biz de tabii buna ayak uydurmaya çalışıyoruz. Kurumsal olarak bir kurum kimliğiniz varsa hemen adapte olmanız kolay olmuyor ama hem kurum olarak hem yapımcılar olarak bir kere hepsinden önemlisi hazırladığımız programları günlük düşünmüyoruz artık. Yani belgesel, arşiv değeri olan programlara daha fazla yer vermeye başladık. Daha pratik daha belki kısa süreli programlar yapmaya başladık. En azından üretim aşamasında kafamızda tasarlarken bunu düşünüyoruz. Yani önceden yirmi- yirmi beş dakikalık, yarım saatlik hatta bir saatlik programlar üstüne düşünürken şimdi beş dakikalık, on dakikalık programlar düşünmeye başladık. Kurumsal olarak da zaten böyle bir politika var. Yani geleneksel radyo yayıncılığının değişmesi doğal olarak bizim de yayıncılığa bakışımızı değiştirdi.
Dijital radyo programlarında dinleyici ile iletişim nasıl kuruluyor?
Önceden dinleyicilerde programa katılıyordu. Tabii ki önemli bir şey dinleyicinin programa katılması hele canlı yayınlara katılması. Yayıncılar için, radyocular için çok önemli ama günümüzde artık dinleyici, sosyal medya aracılığıyla size ulaşıyor daha çok hani eskiden
benim ilk yıllarımda faks aracılığıyla ulaşırlardı. Hatta mektup yazanlar vardı. Hala var mektup yazan ama çok çok az tabii ki. Şimdi doğrudan ulaşıyorlar. Programa ulaşmak yerine programın yapımcısına ya da sunucusuna sosyal medyadan ulaşmayı tercih ediyorlar. Bu tabii bizi daha aslında sorumlu hale getiriyor. Yani size bir soru sorulduğunda daha erken yanıt verme ihtiyacı duyuyorsunuz. Eğer programınızı önemsiyorsanız dinleyicinin sorduğu soruyu önemsiyorsanız. Dolayısıyla aslında günümüzde yani bu yeni medyayla birlikte sosyal medyaların, medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte biz de daha aktif konuma geçtik diyebiliriz herhalde.
Dijital radyoculukla birlikte program türlerinde değişiklikler oldu mu?
TRT için konuşursak eğer yani yirmi yıldan fazladır yaklaşık yirmi beş yıldır TRT’de program yapan biri olduğum için şunu çok rahat söyleyebilirim Spotify’ın içeriği, podcastlerin içeriği zaten TRT’nin yıllardır yaptığı yayıncılığın bir farklı versiyonu. Yani biz yıllardır söz yayınları dediğimiz, programlar yapıyoruz. Yıllardır müziğin dışında belgeseller sohbet programları yapıyoruz. Eğitim, kültür yayınları diyoruz buna. Dramalar yapıyoruz. Örneğin arkası yarınlar, radyo tiyatrosu. Şimdi son yıllarda bunlara ilgi arttı ama farkı şu, biz tabii bunu daha geleneksel yöntemlerle yapıyoruz daha süresini uzun tutuyorduk belirli bir yayın kalıbı içerisinde değerlendiriyorduk. Şimdi podcast sayesinde Spotify gibi mecralar sayesinde artık daha kısa programlar yapıyorsunuz. Sizden önce gelen programın saati yok ya da sizden sonra gelen programın saati yok. Dolayısıyla bir şablon içerisinde değil daha süre anlamında özgür programlar yapılıyor. Bu tabii bizim de bakışımızı değiştiriyor. Doğal olarak ama hala programlı yayıncılık yapıyorsanız belirli bir şablona uymanız gerekiyor. Sadece üretim aşamasında belki daha kısa programlarla ya da daha özgün süresi olan programlarla bunu değiştiriyoruz yani şöyle özetleyeyim Spotify gibi mecralar aslında bizim yıllardır yaptığımız şeyi bugüne uyarlayarak yaptı. Şimdi bizde onlara göre belki yeniden şekillendiriyoruz yaptığımız işi.
Dijital platformda yayımlanan radyo programlarında reklamcılık değişime uğradı mı?
Reklamcıların da bakışı değişiyor. Kurumsal anlamda da reklama bakış değişiyor yani önceden reklamdan daha uzak durabilen bir kurumsanız TRT gibi örneğin her programa reklam almaya biliyorsunuz. Bugün hala TRT Radyo üçte reklam yoktur. TRT televizyon ikinci kanalında reklam yoktur. Belgeselde reklam yoktur. Belirli alanlarda reklamsız devam edebiliyorsunuz ama artık maliyetler vesaire o kadar arttı ki belki de reklamsız yapamayacaksınız. Dolayısıyla mutlaka sizin de reklama ve reklamcının da size bakışı değişiyordur diye düşünüyorum.
Herkes podcast yayını yapabilir mi?
Tabii herkes podcast yayını yapabilir ama önce podcast yayını yapacağınız bir alan lazım yani. Nereden yapacaksınız? İşte bir Spotify gibi ya da birtakım servis sağlayıcılar var oradan yapabilirsiniz. İçerik olarak herkes podcast yapabilir mi? Tabii ki podcast yapabilir. Eskiden daha değerli olan şeyler vardı. İşte diksiyon düzgün olsun, Türkçe güzel olsun, ses tonu etkileyici olsun. Bunların hepsi tabii ki yaptığınız podcast için bir artı puan ama sesiniz çok da güzel olmayabilir, anlaşılır konuşmanız yeterli olabilir. Bence artık içerik çok önemli. Çok güzel bir fikir bulduysanız ve bunu güzel dile getirebiliyorsanız podcast yapmamanız için bir sebep yok.
Kurumsal olarak, TRT dijitalleşmek için neler yapıyor?
Yıllardır TRT dijitalleşme yolunda ilerliyor. Biraz önce de söylediğim gibi aslında günümüzün radyoculuğunu, yayıncılığını yakalamaya çalışıyor, geri kalmamaya çalışıyor. En önemlisi TRT Dinle uygulaması ve televizyonda TRT İzle uygulaması. Bunlar ben radyo için konuşayım, size podcast sunuyorlar. Sadece podcast sunmuyorlar müzik listeleri sunuyorlar, arkası yarınlar sunuyorlar yani daha önceden hazırlanmış arşiv programları sunuyorlar. Radyoda yapılmış programları sunuyorlar yani dinleyici radyoda yayınlandığında dinleyemiyor ama kaçırıyor ama sonradan dinleyebiliyor. Bu programları size sunuyor ve podcast için ayrı içerik sunuyor. Nedir? Örneğin sesli kitap. Son yıllarda çok ilgi görüyor o sesli kitap. TRT’de podcast uygulamasına sesli kitabı koydu. En önemli unsur podcastler yani TRT Dinle uygulaması, telefon uygulamaları, televizyon uygulamaları
bunlarla ilerliyor. Bunun dışında tabii yani vericilerle ilgili ya da yayın masalarıyla ilgili ya da işte yirmi beş yıl önce bantlarla çalışıp şimdi otomasyon sistemiyle çalışmak gibi zaten artık mecbur olduğunuz dijital yenilikler var.
Dijital gelişmeler yayıncılığa kolaylıklar getirdi mi?
Şu an biz podcast yayını yapmıyoruz. Öncelikle onu söyleyeyim. TRT podcast yayınlarına yapımcılardan hazır programları alıyor ve podcast ortamına sunuyor. Dolayısıyla bizim podcast yapmak için özel bir şeyimiz yok. Stüdyomuz yok ama şu var, örneğin pandemiyle birlikte ben ses kayıtlarını evde yapmaya başladım. Bir ses kartı ve iyi bir mikrofonla stüdyo sesine yakın bir ses elde edebiliyorsunuz. Dolayısıyla teknolojik yenilikler aslında sizin çalışma alanınızı da genişletiyor ya da çok daha küçük bir alanda örneğin evinizde de kaliteli bir kayıt yapabilme şansı sunuyor size.
Dijital Medya ve Çocuk
İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Esra Ercan Bilgiç ile Dijital Medya ve Çocuk projesi hakkında konuştuk.
Konu Başlıkları
- Dijital Medya ve Çocuk projesi
- Web sitesinin sürdürülebilirliği
- Dijital dünyada çocuğun yeri
- Çocuklara yönelik uygulamalar
Deşifre için
Dijital Medya ve Çocuk – Esra Ercan Bilgiç
Dijital medya ve çocuk projesi nedir?
Dijital medya ve çocuk projesi 2016 yılından beri devam eden bir proje. Amacımız dijital dünyada anne babaları yönlendirmek aslında. Bu biraz benim kendi deneyimimden yola çıkarak aslında düşündüğüm, geliştirdiğim bir proje ve sonra Bilgi Üniversitesi Medya Bölümü’nün müfredatına eklemlenmiş olan bir proje. 2016’da bu proje çıktığında dünyada bu alandaki önemli bir akademisyen vardır herkesin bildiği Sonia Livingstone. Benim hocamdı o. Doktora çalışmalarımın bir kısmını London School of Economics Media bölümünde sürdürmüştüm. Orada onun çalışmalarıyla tanışmıştım ve onlar London School of Economics Medya ve İletişim Bölümü kapsamında, oradaki çalışmaları kapsamında bir web sitesi açmışlardı. O web sitesinin duyurusunu yapmıştı. Bir mail üzerinden bildirmişti. Çok ilginç gelmişti bana. O zaman benim çocuklarım da küçüktü ve bunun bir benzerini Türkçe içerikle yapılmasının ne kadar iyi olacağını düşünüp ona yazmıştım ve sormuştum hani bu içeriği biz Türkçeleştirsek? Aynı içeriği. O da dedi ki neden Türkçeleştiriyorsunuz ki? Hani tabii ki istediğinizi Türkçeleştirin ama Türkiye bağlamında belki oradaki ailelere yönelik, onların da ilgisini çekebilecek başka içerikler de aslında üretilebilir. Ne dersiniz? Bu fikri ben bizim müfredat komisyonumuza getirmiştim. Hani böyle bir şey yapsak diye ve sonuçta projeyi üstlendim. Ve orijinal içeriklerin de olduğu, ama oradan da katkıların alındığı bir web sitesi kurmuş olduk 2016’da ve o dönemde bunu bir dersimize eklemledik. Bu içerikleri üretmek için son sınıf medya öğrencileriyle birlikte çalışmaya başladık ve bu çalışmalar kapsamında da bir tabii kendimize çerçeve belirledik. O çerçeve de dijital dünyada çocuk hakları çerçevesiydi. O dönemde Türkiye’deki medya ortamına baktığımızda veya kamuoyunda dijital medya ve çocuk ilişkisine yönelik Türkçe içeriklere baktığımızda benim dikkatimi çeken biraz negatif bir çerçeve vardı. Bu negatif çerçeve çocuklara daha çok tabletleri yasaklama, işte telefonları yasaklama, interneti yasaklama üzerine kurulu bir çerçeveydi ve bunun akademik literatürle örtüşmediği dikkatimi çekiyordu. Ben de akademik çalışmalarımı bu alana kaydırmaya başladım. Yani bu platformun açılmasıyla beraber oldu aslında. Daha önce çalıştığım konular daha farklıydı. İşte medyada söylem, medyada milliyetçilik gibi alanlarda çalışmalar yapıyordum. Akademik çalışmalarımı da dijital dünyada çocuklar, çocuk hakları perspektifinden ne gibi araştırmalar yapılıyor, buraya yönlendirdim ve şunu gördüm ki yasaklama mesajı doğru değil. En baştan itibaren bunu tersine çeviren bir çerçeve kurmaya çalıştık biz dijital medya ve çocukta ve medya öğrencilerimizle birlikte aslında 360 derece medya üretimi yapmaya başladık. Yani web sitesi içerikleri, yazılı içerikler. Bunun yanında bir sosyal medya platformumuz oluşmaya başladı. Önce Facebook’ta başladık. O zaman o popülerdi. Daha sonra Instagram sayfasıyla, Instagram profiliyle daha ilerlemeye başladık. İnsanlara ulaşmaya başladık ve sonra RGB stüdyolarında yine medya öğrencilerinin kullanımına açık olan bu alandaki uzmanları ağırladığımız, uzmanlara soru sorduğumuz bir program serisine başladık. Yaklaşık elli, altmış bölüm çektik belki görmüşsünüzdür ve orada işte hukukçu akademisyenler, eğitimci akademisyenler, psikolog akademisyenler, sektörden bu alanda işte oyun geliştirenler, eğitim, dijital eğitim platformları geliştirenler gibi pek çok uzmandan faydalanarak onların değerli katkılarıyla bir seri oluşturduk. Daha sonra podcastlere başladık. Dijital dünyada çocuklarla ilgili anne babaları bilgilendirmek üzere ulaşabileceğimiz her kanaldan çünkü onlara ulaşmaya çalışıyoruz. Ebeveynlere yönelik daha çok yine. Yani bizim hedef kitlemiz ebeveynler ve öğretmenler diyebilirim. Onlara yönelik içerikleri podcast formatında oluşturmaya başladık. Yine bu alanda çalışmalar yapan uzmanlardan her zaman katkı almayı hedefledik. Radyo programı da yaptık gibi yani gerçekten bu alanda yapılabilecek her şeyi yapmaya çalıştık ve Çoça, bizim üniversitemizin içinde yine Çocuk Çalışmaları Birimi onlarla ortak iş birliklerimiz oldu. Birtakım çalışmalar yaptık. Yine onların podcast programlarına konuk olduk gibi dijital dünyanın çocuk haklarını onlarda çalışmaya başladı, iş birlikleriyle sürdürdük. Bizim bu projede kimin emeği var diye soracak olursanız, hoca olarak tabii ben hani bunu koordine ediyorum. Bu aynı zamanda bir ders de demiştim. Öğrencilerimiz hem akademik literatürü çalışmak zorunda kalıyorlar tabii, hem o açıdan kendilerini geliştirme fırsatı buluyorlar bu proje içinde çalışırken. Hem de üretim içinde yer almış oluyorlar. İkisini birleştiren hani biz iletişim eğitiminde bunu çok konuşuruz ya, teorik mi, pratik mi ikisini tam olarak birleştiren bir proje. Her dönem yeni ekip kuruluyor dijital medya ve çocuk için. Yani bu ekimde oluyor. Yani her yılın ekim ayında yeni bir ekip başlıyor. Bir süre tabi onlar bu işin içine girmeye çalışıyorlar. Proje nedir? Ne yapar? Ve bir süre sonra üretimlerine başlıyorlar. Ocağa kadar devam ediyorlar. Sonra bir ara tatilimiz oluyor. Ondan sonra mart ayında yeni bir ekip kuruluyor. Dolayısıyla Dijital Medya ve Çocuk Platformu’nun üretimleri daha çok ekim ocak arasında ve Mart Haziran arasında yoğunluk gösteriyor. Yaz tatillerinde uzun bir ara vermiş oluyoruz. Ve bir sonraki ekimde yeni ekibimiz kuruluyor ve tekrar çalışmalara başlıyoruz . Bu şekilde şimdiye kadar kaç yılı bitirdik? 2016 bahar döneminde başladı işte 2022’nin sonbahar dönemine kadar geldik. Bu şekilde ilerleyen bir proje. Öğrenci emeğinin çok önemli olduğu ve bu emeklerinin karşılığında da öğrencilerimizin not aldığı bir proje. Genellikle de çok başarılı işler yapıyorlar. İlgi de çekiyor gördüğüm kadarıyla. Milyonu geçti. Yani web sitesinin tıklanma oranı milyonu geçti, çoktan 1,5 – 2 milyona doğru gidiyor ve şunu görüyorum. Bu alanda akademik içeriklerle beslenen ve ebeveynlere hitap eden bir benzeri sanırım yok şu anda Türkiye’de hala. Türkçe içerik üretme anlamında. O nedenle ben de çok kıymet veriyorum. Çok sahipleniyorum projeyi. Öğrencilerimiz de çok kıymet verip sahipleniyorlar ve çok dikkatli olmaya çalışıyoruz. Bu çocuk hakları çerçevesinden ayrılmamaya çalışıyoruz, akademik literatürdeki son gelişmeleri takip etmeye çalışıyoruz. Zaman zaman yüksek lisans öğrencilerimizin desteğini alıyoruz. Bir de son dönemde şu olmaya başladı. Bu alanda örneğin çalışan veri çocuk verisi çalışan hukukçular. Fark ediyorlar dijital medya ve çocuğu. İşte böyle katkılar almaya başladı. Diyorlar ki ben şunu çalışıyorum, şöyle bir gelişme oldu, bunu dijital medya ve çocuk için yazabilirim ve bize yazı katkısı veriyor. Böyle arkadaşlarımız olmaya başladı veya teyit, biliyorsunuz teyit.org oradan da böyle bir katkı almıştık daha önce. Çünkü onların o ekibin içinde de dijital dünya dünyada ebeveynlik üzerine bir çalışma gerçekleştirilmişti. Oradan da bize mesela bu çalışmalarla ilgili yazılar yazsak yayınlasak… Konuk yazarlarımız olmaya başladı. Bir platform olmaya, bir çekim merkezi olmaya başladı, Dijital Medya ve Çocuk. Bu da bizim çok hoşumuza gidiyor tabii evet.
Web sitesinin sürdürülebilirliğini nasıl sağlıyorsunuz?
Web sitemiz bilgi.edu.tr uzantılı halihazırda şu anda ve Bilgi Üniversitesi’nin böyle kendi ana sayfası dışında bilgi.edu.tr uzantılı hesaplarıyla ilgili olan hizmet aldığı bir dış paydaş var. Dolayısıyla biz de sorunlarımız olduğunda veya işte bu sitenin güncellenmesi gerektiğinde aksayan yönleri olduğunda o dış paydaşla haberleşiyoruz. Dijital medya ve çocuk WordPress tabanlı bir web sitesi. Dolayısıyla onun temasını da satın alırken bölüm bütçesinden sade böyle durumlar olduğu zaman hani yeni satın alımlar gerektiği zaman da o şekilde ilerliyor. Ama emek insan emeği, öğrencimizin emeği. Araştırma görevlilerimizden katkı verenler oldu geçmişte. Şimdi de halen devam ediyor. Dolayısıyla bu şekilde sürdürmeye çalışıyoruz. Fena da gitmiyor
Dijital dünyada çocuğun yeri nedir?
Bu dijital medya ve çocuk projesini besleyen bir başka akademik çalışma yaptım ben. Çok yakın zamanda bitti. 2022 Mart ayında tamamladığım bir bap projesiydi orada 2015 – 2020 yılları arasında Türkiye’de gazetelerde dijital medya ve çocuk ilişkisine değinilen haberlerin söylemine baktım ve orada da yine çocuk hakları perspektifinden bunu değerlendirmeye çalıştım ve şunu gördüm. E tabii kamuoyunu da şekillendiriyor. Bu ahlaki panik vurgusu çok yaygın haberlerde hala. Yani 2020’de bitti benim örneklemim ama çok yaygın ve dijital dünyada çocuk hakları çerçevesiyle uyumlu değil. Aileleri paniğe sevk etmenin dışında dijital dünyada çocukların dijital medyayla ilişkisini düzenleme sorumluluğunu neredeyse sadece aileye atfeden bir bakış açısıyla haberlerin yazılmakta olduğunu ve böyle, Dikkat! Aman Uzak Tutun! diyen bir tonlamayla bunların yapıldığını daha net bir şekilde aslında görebilmiş oldum. Buradan şuna gelmek istiyorum. Bize dijital dünyada çocuk hakları perspektifi diyeyim veya çerçevesi şunu söylüyor. Elbette riskler var. Bu riskler çok önemli. Çocukları bu riskler konusunda bilgilendirmek çok önemli ve anne babalara düşen çok ciddi sorumluluklar var. Ancak sorumluluk yalnızca anne babaların olamaz. Öğretmenlere düşen sorumluluklar da var ama yine sadece öğretmenlerin de olamaz ve bütün dünyada aslında ortak bir çağrı var. Yani hükümetlere düzenleme, hukuki düzenleme yapmaları konusunda bu riskleri önlemek için, artı teknoloji şirketlerini sorumluluğa davet etme konusunda aksiyonlar alınıyor. Dolayısıyla bunun farkında olunması lazım. Hani Türkiye’deki kamuoyunun da bunu fark etmesi lazım diye düşünüyorum. Sadece anne babaları sorumlu tutarak bir yere varılamayacağı ortada. Bu riskler çok çeşitli tabii. Şimdi bunların hepsini sayarsak bir ders süresi kadar süreye ihtiyacımız olur ama bu riskler elbette çocukların bilinçlendirilmesi gerek, bilinçlendirmesini gerektiren riskler. Onların korunması önemli. Fakat dijital dünyada bizim aklımıza gelecek tek konu da bu olmamalı. Fırsatlar var. Çocukların süreçlere katılımı çok kıymetli. Çocukların kendilerini ifade etme hakları, çocukların haber alma hakları, bilgiye ulaşma hakları, doğru bilgiye, güvenilir bilgiye ulaşma hakları çok önemli. Dolayısıyla bu hakların bilincini de yaratmak, kamuoyunda önemli diye düşünüyorum. Bir de şu çocuk dediğimiz zaman aslında çocuğun bakış açısından da artık beslenmek çok önemli. Biz Dijital Medya ve Çocuk projesinin her dönem sonunda değerlendirmesini yapıyoruz ve kendi projemizde ne gibi eksiklikler görüyoruz? Bunu da göz önünde bulunduruyoruz ve şunu fark ettik. Bizim evet hedef kitlemiz anne babalar. Ancak biz aslında web sitemizde veya bu Dijital Medya ve Çocuk platformunda daha fazla anne baba sesine yer vermeliyiz. Bundan sonra onu yapmayı hedefliyoruz önümüzdeki dönemlerde. Daha fazla çocuk sesine yer vermeliyiz. Çünkü evet akademik dünyanın sesine yer veriyoruz. Uzmanların sesine hep yer verdik şimdiye kadar. Bundan sonra nereye gider? Diye kendimize sorduğumuzda anne babaların aslında bu konuyu nasıl yorumladıklarını, neler söylemek isteyeceklerini, daha fazla dinleyip onların sesini web sitesinde duyurmak istiyoruz. Aynı şekilde çocukların da. Ama hedef kitlemiz hiçbir zaman doğrudan çocuklar olmuyor. Orada başka bir rolümüz var. Hani doğrudan çocuklara hitap eden içerikler de üretmiyoruz. Belki başka bir projede onu da yapmayı düşünebiliriz.
Çocuklara yönelik hangi uygulamaları tercih etmeliyiz?
Yaratıcılığı geliştiren uygulamaları tercih edin. Çocukların problem çözme becerilerini geliştirecek uygulamaları tercih edin gibi tavsiyeler her zaman uzun vadede daha doğru oluyor evet.
Toplum 5.0
Toplum 5.0 Enstitüsü kurucusu Yıldız Tuğba Kurtuluş Kara ile toplum ve teknoloji ilişkisi üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.
Konu Başlıkları
Youtube İçerik Üretimi
Prof. Dr. Erkan Saka ile @sosyalkafa kanalını ve içerik üretim deneyimlerini konuştuk.
Konu Başlıkları
Yeni Mecralar ve Dijital İçerik Üretimi - Eğitim Videoları
Bu eğitim videoları Odysee medya platformuna yüklenmiştir. Bu platform geleneksel merkezi sunucu tabanlı platformlara alternatif oluşturması ve blokzincir teknolojisini kullanması nedeniyle tercih edilmiştir.
Proje Kapsamında Düzenlenen Etkinlikler
Panel
NFT, Kripto Varlıklar ve Kültür Endüstrisi
Doç. Dr. Ergin Şafak Dikmen moderatörlüğünde gerçekleşen panele Oğuz Evren Kılıç, Buğra Ayan ve Dr. Çağla Gül Şenkardeş katıldı. Günlük hayatımızdaki yeri hızla büyüyen blok zincir teknolojisi ve kripto varlıklara dair kavramlar tanımlandı. Merkeziyetsizlik üzerinden kurulan blok zincir teknolojisi topluluk üzerinden ilerler ve bu sebeple eserlerin ve fikirlerin özlük hakları güvence altında kalırken daha geniş kitlelere ulaşması sağlanır. Kripto varlıkların internetin demokratikleşmesinde sunduğu olanaklar, NFT teknolojisinin telif hakları konusunda sanatçılara sunabileceği çözümler tartışıldı.
Atölye
Veri Görselleştirme
Uygulamaya geçmeden önce Doç. Dr. Bilge Şenyüz, veri görselleştirmenin ne olduğunu ve bu süreçte nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini açıklayan bir sunum yaptı. Yeni dijital anlatı türü olarak da tanımlanabilen veri görselleştirme ile verilerin hedef kitle için daha akılda kalıcı olması sağlanır. Veri görselleştirme için Pyhton ve R en çok kullanılan iki dildir. Veri görselleştirme sürecinde hikaye oluşturma, verileri temizleme, veriyi anlamlandırabileceğimiz bir biçime dönüştürmemiz gerekir. Teorik bilgilerden sonra RAWGraphs sitesi üzerinden uygulama yapıldı.
Panel
Platformlaşan Yayıncılık Ortamında Ses Endüstrisi ve Radyo Yayıncılığı
Halil Güven moderatörlüğünde Kurtuluş Özyazıcı, Andaç Işık, Halil Güven, Burcu Sümer ve Sinem Akyön Çelik’in katılımıyla gerçekleşen panel Radyo İlef’in kırk yıllık yolculuğunun anlatımı ile başladı. 1975 yılında UNESCO yardımı ile kurulan radyo stüdyosu uygulamalı dersler henüz başlamadığı için geri planda kaldı. 1982 yılında Öğr. Gör. Rıfat Araz ile okul içinde kapalı devre yayın başladı ve böylece öğrenciler de derste öğrendiklerini uygulama fırsatı buldular. 2005 yılından beri Radyo İlef – FM91 bandından yayın devam etmektedir. Radyo İlef, yeni dönemde dışarı açılmayı hedeflemektedir. Kurtuluş Özyazıcı TRT üzerinden dijital çağda kamu yayıncılığının dönüşümünü anlattı ve Andaç Işık da yeni teknolojiler ve radyoculuğun geleceğinden bahsetti.
Atölye
Bilim İletişimi Çalıştayı
STS 2022 Konferansı kapsamında düzenlenen çalıştay, NETlab Yeni Medya Araştırmaları Laboratuvarı’nın tanıtımı ile başladı. NETlab’in bilim iletişimi alanınde neler yaptığı ve araştırmacılar kendi bilimsel çalışmalarını dijital medyanın olanaklarını kullanarak farklı alan ve düzeydeki kişilere aktarmalarında nasıl destek sağladığı anlatıldı. Platformdaki projeler incelendi. 360 derece video ile bilim iletişimi alanında neler yapılabileceği web sitesindeki proje üzerinden tartışıldı. Katılımcılar kendi cep telefonları ile 360 video teknolojisini deneyimlediler. Uygulama kısmında ayrıca açık kaynaklı platformlar üzerinden veri görselleştirme örneği yapıldı.
Destekleyen Kurum


Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile hazırlanan bu projenin içeriği hiçbir surette Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın görüşlerini yansıtmamakta olup, içerik ile ilgili tek sorumluluk yükleniciye aittir.